Bu kent binlerce insanın yaşadığı birbiriyle çatıştığı bir yerdi. Her yere barikatlar kurulmuş; her oda öteki odaya, her daire karşıki daireye, her bina yanındaki binaya, her sokak aşağı ve yukarı sokağa, her cadde ana caddeye düşmandı. Her yer bir beton, demir, cam, plastik ve çelik yığınıydı.
Tüm bunlar yazın sıcaktan kışın soğuktan korunmak için olamazdı. İnsanlar böylesine birbirine yabancılaşmışken bir savaş ancak bu kadar gizleyebilirdi kendini. Sonra bu duvar, çelik, cam ve plastik yığınının ardında gizlediği şeyi düşündüm.
Her duvar, çelik ve plastik maddi çıkarların, ırkların, dinlerin, mezheplerin, ailelerin ve bireylerin birer sembolü idiler sanki. Herkes kendinden ve birbirinden korkuyor ve korunuyordu, ara ara sığındıkları duvarlardan aşarak birbirlerine saldırıyor ve siperlerine geri dönüyorlardı. İnsanlar plastikten, betondan, çelikten kendilerine hapishaneler, kelepçeler, okullar, arabalar, apartmanlar inşa etmiş; çevrelerine dikenli teller döşemiş, “Yabancılar Giremez” levhası asmış, buraya çıkan yollara ise asfalt dökmüşlerdi.
Büyük hapishanenin parçalara ayrılmış hücrelerinde yaşayan küçük tutsaklar plastik, beton ve çelik karışımıydı. İlginç olan şu ki kimse kendisinin ve birbirinin çıplaklığına bakmıyor ve görmüyordu. Birbirlerinde gördükleri yalnızca ve yalnızca para, ünvan, ırk ve mezheplerdi. Ama insanlık, insanın çıplaklığında yatıyordu. Ve ben bu kentin bütün camını, çerçevesini, betonunu yıkıp parçalamak istiyordum. Irkları, mezhepleri, ünvanları yok edinceye dek parçalamak istiyordum.
Baran Sarkisyan