Arka Bahçemiz

Geçikmiş Bir Anadil Yazısı

Yedi yaşında okula başladığında anadili Kırmançki(Zazaca) konuşan, Türkçe’yi akıcı konuşamayıp sadece anlayan o çocuk, 40 yıl sonra Türkçe’yi çok iyi konuşan ama anadilini sadece anlayabilen, cümle kuramayan, anadilini bilen yaşlılar konuştuğunda Türkçe cevap veren birine dönüştü. Ve o adamın çocukları babalarının anadili hakkında hiç bir şey bilmiyorlar, onların anadili artık Türkçe. Anadilini saf hali ile konuşan her bir yaşlı bu dünyadan göçtüğünde beraberinde tarihten süzülmüş bir dil kültürünü de götürüyor. Her yaşlı ölümünde, kendisi ile birlikte bu dünyaya veda eden bir dilin de derin bir acısını hissediyorum. Geride kalan orta ve yeni kuşaklar, yarı anadili yarı Türkçe ile melezleşmiş, can çekişen anadillerinin son kuşak taşıyıcıları artık.
Bu trajik durum Anadolu’nun bir çok kadim dili içinde geçerli. Kaçkar dağının eteklerinde ve sırtlarında belki asırlardır konuşulan Hemşince ve Lazca, Edirne ve Çanakkale köylerinde konuşulan Pomakça, Mardin Midyat’ta konuşulan Süryanice ve benzeri durumdaki diğer dilleri bilen insanların torunlarının durumu da farklı değil. Belki bir kuşak sonra bir çok dil yer yüzünden ve Anadolu coğrafyasında silinecek. Belki de 90 yıldır tasarlanan asimilasyon 50 yıl sonra hayata geçmiş olacak. İnsanlar kökenlerini belki bilecek ama atalarının dillerini sonsuza dek unutacak.
Anadil her çocuk için anne sütü kadar gerekli ve değerlidir. Anadiller yer yüzünden nesli tükenen canlılar gibidir. Nasıl ki yok olma ile karşı karışıya kalan canlı türler için koruma programları uygulanıyorsa aynı duyarlılık yok olmaya yüz tutan diller içinde gösterilmeli. Her dil yaşayan bir canlı organizma gibidir. Yok olma ile karşı karşıya kalan canlılar gibi, koruma altına alınmazsa yok olup gitmeleri kaçınılmaz.
Bu acı durumu politik retorikler dışında kültürel bir zenginlik olarak değerlendiriyorum. Anadillerin içinde bulunduğu durumu bölücülük ve üniter devletler bağlamında değerlendirmek, ülkeler için dillerin yok olmasının en büyük nedenidir. Bu durum sadece ülkemiz için geçerli değil maalesef.
Unesco’nun açıkladığı rapora göre dünyada 6500 civarındaki dilin yarısının önümüzdeki on yıllar içinde yok olması kaçınılmaz görünüyor. 1950’li yıllardan bu yana dünya üzerinde 230 dilin yok olduğu belirtiliyor. Yeni kuşakların atalarının dillerini bilmemesi, öğrenememesi, öğrenme ve sürekliliği sağlayacak ulusal devletsel politikaların bilinçli olarak geliştirilememesi hatta devletlerin duyarsızlılığı ve alttan alta bu durumu desteklemeleri en önemli neden. İngilizce başta olmak üzere dil emperyalizminin kaçınılmaz sonu olarak bir kaç yüz yıl sonra belli başlı emperyal diller dışında diğer tüm diller yer yüzünden, insanlık tarihinde silenebilir.
Unesco’nun dil atlasına göre Türkiyede 15 dil yok olmak ile yüz yüze. Kapadokya Rumcası, Kafkas dili Ibıhça, Güneydoğu Anadolu’da konuşulan Mlahso tamamen yok olmuş durumda. Yani konuşan bir tek kişi bile yok. Siirt’in Pervari bölgesinde konuşulan Hervetin dilini ise konuşan bir kaç kişi kaldığı biliniyor.
Gagavuzca (Edirne), Ladino ya da diğer adıyla Yahudi İspanyolcası (İstanbul Balat, Hasköy) Turoyo (Mardin Midyat’taki Süryanilerin dili) dilleri “ciddi tehlike altında” kategorisinde Adigece, Zazaca, Ermenice “güvensiz” durumda. Abazaca, Homşetsi (Hemşince), Lazca, Pontus lehçesi (Rumca), Romanca (Sinti), Çerkezce “kesinlikle tehlikede” kategorisinde gösterilmiş.
Arapça, Çerkezce, Abhazca, Gürcüce, Ermenice, Rumca ve Kürtçe çevre ülkelerde devlet veya özerk yapılar içinde resmi dil ve anadilde eğitim kapsamında olduklarından, ülkemizde yok olsalar da varlıklarını sürdürebilecekler.
İkinci kategoride sayacağım dillerin devletleri olmadığından veya diğer ülkelerdede azınlık olduklarından böyle bir şansları olmayacak ve bir 50 yıl içinde can çekişen bu diller büyük bir ihtimal ile yer yüzünden yok olup gideceklerdir. Kırmancki(Zazaca), Süryanice, Hemşince, Lazca, Pomakça’yı bu kategoride sayabiliriz.
Unesko bir dilin ne derece tehlike altında olduğunu sınıflandırmak için dokuz ölçüt kullanıyor:
* Dilin kuşaktan kuşağa aktarılması
* Dili konuşan kişi sayısı
* Dili konuşanların toplam nüfusa oranı
* Dilin kullanım alanlarında değişiklikler
* Yeni alanlara ve ortamlara dilin tepkisi
* Dilin öğrenilmesi, o dilde okuma yazma öğrenilmesi için gerekli materyallerin varlığı
* Devletlerin ve kurumların tutum ve politikaları, buna dilin resmi durumu ve kullanımı da dahil
* Toplumun bireylerinin kendi dillerine yönelik tutumu
* Dille ilgili var olan belgelerin miktarı ve niteliği.
Bir çok ülkede Unesco öncülüğünde dil koruma programları olmasına rağmen ülkemizde böyle bir koruma programı da yok. Son yıllarda okullarda belkide iyi niyetli olsa da eğitim müfredatına giren seçmeli azınlık dilleri uygulamasının dilleri yaşatma anlamında bir katkısı olmadı şu ana kadar. Gözlemlediğim kadarı ile fiili olarak bu sınıfların hayata geçirildiğini sanmıyorum. Bu dilleri öğretecek eğitimcilerin olmaması ve yetiştirilmemesi, üniversitelerde açılan dil bölümlerine ilginin az olması önemli bir etken. Örneğin Mardin, Tunceli, ve Bingöl Üniversitelerinde açılan Kürtçe ve Zazaca dil bölümlerinden mezun olan yüzlerce eğitimcilerin atanmamaları, işsiz kalmaları nedeni ile yeni öğrenci bulmalarında sıkıntıya neden oluyor. Öğretmen atansa bile batıda ötekileştirme “mimlenme” korkusu ile insanlar çocuklarını seçmeli dil bölümlerine göndermeyeceklerdir de. Dillerin bir ülkenin zenginliği, rengi olduğu bilincine varılmadığı sürece bu projenin başarı şansı da olmayacaktır.
Gündelik yaşamın karmaşasında boğulan metropol insanları, anadilleri konusunda çokta duyarlı değiller. Dil derneklerince yapılmaya çalışılan dil kurslarına ilgi göstermiyorlar. İstanbul’da yaşayan bir milyonun üzerindeki Zaza- Kırmanc toplumuna rağmen bu dil kurslarına katılım sembolik düzeyde kalıyor. Yani insanlar aslında çokta ilgi duymuyor, önemsemiyor.
Tek din, tek dil, tek millet…amentüsü ile başlayan 90 yıllık geleneksel devlet politikasının kaçınılmaz bir sonucudur kaybolan diller ve kültürler. Oysa çok dilli, çok etnisili, çok kültürlü ülkelere baktığımızda hiç de bölünme tehdidi altında yaşamıyorlar. Bugün Rusya ve Hindistan’da onlarca, yüzlerce etnik yapı ve dil büyük bir zenginlik ve hoşgörü içinde varlığını sürdürebiliyor, hatta ülkelerine büyük güç katıyorlar.
Sonuç olarak yukarıda saydığımız yok olmaya yüz tutan dillerin geleceği konusunda umutlu değilim. Bir kaç kuşak sonra yok olmaları kaçınılmaz görünüyor. Gelecek kuşaklar, nesli tükenen canlılar gibi dilleri de sadece tarihsel ve akademik bilgi olarak okuyacaklar. Belki canlı türleri klonlama ile yeniden var edilebilir ama ölü bir dili canlandırmak pek mümkün olmayacaktır.
Abuzer Meral
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu