Arka Bahçemiz

Gölgenin Bilgeliği: Bozulmuş Bilgi Çağında Sanat

Bir gün, Diyojen güneşlenirken, Büyük İskender yanına giderek ona istediği herhangi bir şeyi kendisine bahşedebileceğini söyler. Diyojen “Güneşimden az çekil” diye karşılık verir.diyojen670

“Görünebilir bir görünmez vardır; gözden uzak tutarak gizli tutabileceğim, görünenin görünmez düzeni. Bu görünmez, yapay bir şekilde gözden uzak tutulurken, dışsallık olarak adlandırılabilecek olan alanda varlığını sürdürmeye devam eder”

İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, -birçok adlandırmanın yani sıra- sıklıkla Bilgi Çağı olarak anılır. Muhtemelen bu isimlendirme ile bilgiye hızlıca erişimin olabilirliği müjdelenmektedir. Oysa ne çelişkidir ki, bilginin hızı ve miktarı arttıkça, ona duyduğumuz güvenin gitgide azaldığına tanık oluyoruz. Her yeni gelen bilgi bir öncekini çürütmeye yönelik karşıt argümanlar ve komplo teorileri ile beraber süratle yayılıyor. Ulaşan bilgi ile henüz bir ilişki kurulamadan dikkatlerin hemen bir sonraki bilgilendirme üzerine çekilmesi, bu çağın en belirgin özelliklerinden biri. Herhangi bir bilginin kaynağından çıkıp da bireye ulaşıncaya kadar bir manipülasyonlar silsilesinden geçerek tahribata uğramış olacağı düşüncesi öyle kanıksanmış olmalı ki, “doğru” kavramı bugün büyük bir soru işareti ile beraber anılıyor.

Kökeni MÖ 5. yüzyıla dayanan Kinik felsefenin öncüleri arasında günümüzde adı en çok anılanı Sinoplu Diyojen (Diogenes)’dir. Yazılı bir kaynak bırakıp bırakmadığı bilinmemekle birlikte, ondan bugüne kalan herhangi bir metin bulunmamış, daha çok aykırı söylemleri ve yaşam biçimi dilden dile aktarılarak ün kazanmıştır. Hayatının önemli bir bölümünü Atina’da geçirmiş olmasına karşın Sinoplu olmakla bilinir (Diogenes of Sinope, Diogenēs ho Sinōpeus). Bir çok Kinik felsefecinin aksine, insanın hayatını sadeleştirip tıpkı hayvanlar gibi doğa ile denge içinde yaşadığında en mutlu haline ulaşacağını, insanın kültürü para ve statü arzusu üzerine dayandırdığı sürece, bu sadeliğe ulaşmanın mümkün olamayacağını sadece savunmakla kalmayıp bunu hayatında uygulamaya geçirmiştir. Yaşamı boyunca kendisini lüksten ve onun getirdiklerinden arındırmış ve medeni hayatla her fırsatta alay eden bir düşünür olarak tanınmış, tarihe bu şekilde yerleşmiştir. Bir felsefeci olarak döneminde para karşılığı halka bilgi satan ya da devlet tarafından bolca paraya boğulan çağdaşlarının aksine, tercihi doğrultusunda hayatını sefalet içinde sürmüş olduğu anlatılır.

Batı ideolojisinin dayanağı olagelen, özellikle Aydınlanma Felsefesinin üzerine temellendirildiği ışık ve bilgi arasındaki ilişkinin çağlar içinde güçlendirilmiş etkisi, Diyojen’in Büyük İskender’e söylemiş olduğu iddia edilen “gölge etme başka ihsan istemem” sözüyle zihnimize kazınmıştır. Oysa hikâye bir bütün olarak okunduğunda, kendi tercihi ile oldukça “yoksul”, olabildiğince sadeleştirilmiş bir hayat süren Diyojen’in bir yol kenarında güneşlendiği sırada felsefeyi ödüllendirmek isteyen Büyük İskender’in onun ayağına kadar gelip “dile benden ne dilersen” önerisine, “güneşimden az çekil hele” gibi bir kinik yaklaşımda bulunduğu görülür. Bu anlamda duruşu, otoriteye, “senden hiçbir şey istemiyorum, yeter ki bana engel olma” yerine, “güneşle, doğa ile bağlantımı kesip bana gündelik hayata dair arzulamadığım, ihtiyaç duymadığım lüksü boşu boşuna önerme” biçiminde okunabilir. Öte yandan yine çok duyulmuş olan, gün içinde feneri alıp sokaklarda dolaşırken aktivitesini “insan arıyorum” şeklinde açıklaması, belki de çağdaşı olan ve çok daha rahat şartlar altında felsefe ürettiği bilinen Platon’un (Eflatun) daha sonra Aydınlanma felsefesinin de temelini oluşturacak olan ışık ve bilgi metaforuna karşı benzer şekilde eleştirel ve alaycı bir duruştu.

Gölge ve karanlık Batı Felsefesinde, negatif çağrışımlarla anılır; ışığın, doğruluğun, bilginin ve bilgeliğin olmadığı koşul olarak karşılık bulur; acilen aydınlatılmalı ve daha çok aydınlatılmalıdır. Öyle ki, bugün hala bilginin aktarılış biçimi bu metafora dayandırılır. Karanlıktaki gerçekler aydınlığa kavuşur. Ancak gerçeğin bir kez aydınlığa kavuşmuş olması, daha fazla kavuşmayacağı anlamına gelmez. Işığın derecesi arttırılarak bir gerçek git gide daha çok aydınlığa kavuşabilir. Her gün, şimdiye kadar duyduklarımızın yanlış, şimdi duyurulmakta olanın gizlenmekte olan “asıl” gerçekleri “aydınlatmakta” olduğu bilgisi, çağın mümkün olan tüm iletişim kanallarından insanlığa ulaşır. Şimdiye kadar bildiklerimizin bizi uyutmak için anlatıldığı ve bu kez “asıl” gerçeklerin gün ışığına çıktığını o kadar sık duyarız ki, bizi başlangıçta şaşkına çeviren tüm yeni bilgiler hızla normalleşme sürecine girer… Öte yandan tarih boyunca iletişim araçları çoğaldıkça artan ve patladıkça önemsizleşen bu enformasyon bombardımanı içinde, tüm yerleşik metaforlara karşın gölgenin ve karanlığın sanat ve felsefe alanında kucaklanmış olması tesadüf değildir. Gölge ötekidir, istenmeyendir, başarısız olandır, azınlıktır, tehlikelidir…

junichiro-tanizaki
Junichiro Tanizaki

 

Gösterişten uzak olmayı, doğa ile uyum içinde, doğanın bir parçası olduğunu hatırlayarak yaşamayı, kişinin hükmetme ve sahip olma arzusunu yenmesi, egosunu törpülemesi gerektiğini savunan Doğu felsefeleri, Diyojen’in duruşuna daha yakındır. Japon edebiyatının önemli yazarlarından biri olarak tanınan Tanizaki, Gölgeye Övgü kitabında Doğu ile Batı arasındaki beğeni ve güzellik anlayışı farklılıklarını gölge ve karanlığa yaklaşım üzerinden değerlendirir:

“Biz Doğulular tatminimizi çevremizi oluşturan etmenlerde ararız ve şeylerin oldukları haliyle mutlu oluruz. Böylece karanlık bizim için bir mutsuzluk nedeni olmaz, biz kaçınılmaz olarak kendimizi ona bırakırız. Eğer ışık azsa azdır; biz karanlığın içine dalar ve orada onun kendine has güzelliğini keşfederiz. Ancak gelişmeci Batılı elinde olanı daha iyi yapma azmindedir. Mum ışığından yağ lambasına, yağ lambasından gaz ışığına, gaz ışığından elektrik ışığına daha parlak ışık arayışı hiç dinmez; en son gölgeyi bile yok ediyor olsa hiçbir acı duymayacaktır.”

Tanizaki’nin 1933 yılında yazmış olduğu bu kitap, 1977 yılında İngilizceye çevrildiğinde, elektrik enerjisi çoktan nükleer enerji ile elde edilmeye başlanmış, atom hızlandırıldıkça hızlandırılmış, Japonya, Hiroşima ve Nagazaki’de ışığın en parlağını çoktan deneyimlemiştir. Kaldı ki, Doğu’nun da (hâlâ böyle bir kavramdan bahsetmek mümkünse) çelişkisiz bir biçimde kendi felsefelerinin arkasında durup, yalın hayatına devam ederek kendisini tüm hırslardan, sahip olma arzusundan arındırabilmiş olduğunu iddia etmek gülünç olur, özellikle de yakın zamanda gerçeklesen ancak hali hazırda neredeyse tamamen unutulmuş olan Fukuşima kazasının ardından…

Sinop, hayatı en yalın halinde ve doğa ile uyum içinde sürdürme ve arzularını dizginleme felsefesini kendi hayatında uygulayarak savunan Diyojen ile tanınıyor olmanın yanısıra, üzerinde yapılandırılan, hayattan hep daha çok istemek ve onu olabildiğince tüketmek “felsefesine” dayalı, süregelen küresel politikaların mikro ölçekte uygulama yerlerinden biri.

Işın Önol

Viyana, 2011

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu