Arka Bahçemiz

Hep Güzel Şeyler mi Paylaşacağız?

Hep güzel şeyler mi paylaşacağız? Mutlu ifadeler, gülen yüzler mi? Bu yazacaklarım tam aksi, çok keyifliyseniz okumayın bence… 

İnsanlara güvenmek ne kadar zor artık. Toplumun yüzde kırkı psikolojik bakımdan sorunludur derlerdi de, abarttıklarını düşünürdüm. İnsan içine girin, onları mümkün oldukça tanıyın, o zaman anlarsınız ki yüzde kırk nispeten mütevazı bir rakam. Somut bir gerekçe olmamasına rağmen aşırı evham yapan mı istersin, söz verip tutmayan mı, güven telkin edip yan çizen mi? Dert dinleye dinleye, sıkıntıları çözmek için elimden geleni yapa yapa, teskin ede ede, sabrede sabrede evliya oldum, erdim resmen.

Dinlediklerim ve okuduklarım zihnimde yanıp yanıp sönüyor. Jay Jay Johanson, bir şarkısında “Kuzeyde bir dağda, ahşaptan, taştan ve samandan bir ev yapacağım kendime; ve o eve kimsenin girmesine izin vermeyeceğim” der. Toplumla haşır neşir oldukça Johanson’ın ifade ettiği hissiyatı, daha doğrusu yılgınlığı anlamak mümkün hâle geliyor. Büyük alim Nietzsche ise, hiç unutmadığım bir paragrafında şunları söylemişti: “Toplum nerede üstün, yetenekli, farklı birisini görse, ayaklarına sarılıp kendi seviyesine indirmek için elinden geleni ardına koymaz. Onu bütün gücüyle aşağıya çeker.” Kötülüğün sıradanlığı denen şey biraz da bu olsa gerek. Sıradanlığın, bayağılığın dayatılması.

Bir gün Yaşar Çabuklu’ya e-posta göndermiştim. Üç kitabını okumuştum bu adamın. Kitaplarında kendini sürekli tekrar ederdi. Gerçi tekrar iyidir. Hakikâti insanların kafasına vura vura sokmak gerekir ne de olsa. “Yaşar Abi”, demiştim, “iyi, güzel yazmışsın da dünya böyle, ne yapacağız?” “Kendin gibi olan, kendine benzeyen insanları bul, onlarla birliktelikler kur” demişti: “Aranıza kimseyi sokmayın.” O zaman ciddiye almadığım bu önerinin ne kadar da doğru, derinlemesine doğru olduğunu gün be gün daha iyi anlıyorum. Adam büyük alimmiş aslında. Haksızlık etmişim.

Sanat, şiir, müzik, sinema, her neyse. Üst-insanların bizlere bıraktığı eserlere gömül, gerisini boşver. Huzur ve dahi varoluş salt bunlarda. Gerisi sıkıntı, huzursuzluk, boşluk hissi ve zaman kaybı.

* * *

Kant’ın “Saf Aklın Eleştisi” adlı başyapıtı, bence gelmiş geçmiş en önemli felsefî eser. Kaldığım köyün lojmanında tüm vaktimi ona ayırmış, derinlemesine bir okuma yapmıştım aylarca. Hattâ iki yıl boyunca. Önümde metnin İngilizce, Türkçe ve Almancasıyla birlikte. Gelmiş geçmiş en çalışkan ve zeki filozoflardan biri olan Kant’ın, “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı kitabı ise hep kırılgan gelmiştir bana. Tüm bir etiği üç postülat üzerine inşa etmek nasıl bir naifliktir? Saf Aklın Eleştirisi ise sapasağlam, mermer gibi bir kitaptır. Kitabım Tanrı, Özgürlük ve Ölümsüzlük esasen “Saf Aklın Eleştirisi” ile bir hesaplaşmaydı. Bir gün değerinin, daha doğrusu anlamın, kastedilenin anlaşılacağı umudunu taşıyorum. Etik konusu ise kafamı kurcalamaya devam ediyor. Notlar tutmaya devam ediyorum. Üç kırılgan postülata dayanmayan, seküler bir etiğe ihtiyaç var. Aksi hâlde Dostoyevski’nin alter egosu Ivan Karamazov, mümkün tüm etikleri bertaraf etmek üzere bir köşede sinsice beklemeye devam edecek. Yaşamı yücelten bir etiğe ihtiyaç var. Ivan’ın dediği ne kadar güzeldi: “Hayat kadehini bir kez dudaklarıma götürdükten sonra, dibine kadar içmeden asla bırakmam onu!”

* * *

Sekülerliğin en kutsalını, en sihirlisini biz kuracak, büyüsü bozulmuş dünyaya hâlesini biz kazandıracağız yine. Dünyanın tacı eksik, kayıp. İnşa edeceğimiz etik sapasağlam olacak, tüm görecilikleri bertaraf edecek, iyilik güçle birlik olacak, mütevazılığı bir kenara bırakacak. İnsan-merkezcilik, nam-ı diğer antropomorfizm eleştirileri susturulacak. İnsanın bakışının insana özgü gerçeği kabullenilecek, bundan utanılmayacak ve konulan ilkeler somut olacak. Yeni-özgürlükçülerin kurduğu birliktelikler, gelmiş geçmiş en tutucu örgütler olurken, hem rasyonel anlamı bünyesinde barındıracak hem de dünya ile kurduğu ilişki yalnızca anlamaktan ibaret olmayacak. Başka bir deyişle, anlama dışındaki insani ilişkiler dışlanmayacak, duygusallık da içerilerek/kapsanarak aşılacak (aufhebung). Matematik kadar şiire de hakkı teslim edilecek. Kuşatıcı bir etiğe gereksinimimiz olduğu aşikâr. Belki o zaman ertelenmelerin sonu gelecek ve an, yaşanmaya değer olacak. Yeni bir çağın müjdelendiği su götürmez. Öte yandan bunun için yeni insan, yeni etiğini çantasından çıkarıp, insanlığa sunmalı.

Tamer Ertangil

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu