2040 yıllarında Dünyamıza çarpma ihtimali olan bir göktaşının rotasını değiştirmek veya uzayda patlatıp küçük kaya ve toz kütleleleri şeklinde yeryüzüne inmesini sağlamak için nükleer teknolojiden faydalanabilecekmişiz.
Dünya’da yaşanabilecek olası büyük bir tehlikeye karşı Mars yüzeyindeki buzulları eritip dünya atmosferine benzer bir atmosfer yaratabilmek ve bu sayede orada yaşama olanak sağlayabilmek için de yine nükleer teknolojiden faydalanma ihtimalimiz çok yüksek. Böyle tehlikeler daha da yaklaştığında muhtemelen geliştirdiğimiz çözüm alternatifleri de artmış olacaktır.
Nükleer teknolojinin yuvamızı (Dünyamız) korumak için kullanılabileceğini ve insanlık tarihi içinde geliştirilen her şeyin aslında uzun vadede bir şeylere ve daha çok da türün devam etmesine katkı sağlayacağı fikri çok uzun zamandır düşünce temelime yerleşmişti. Geliştirilme amaçları farklı, aşamaları sancılı ve büyük acılara yol açsa da bulduğumuz her yenilik aslında bir şeylere hizmet ediyor. Hayal edebildiğimiz her şeyi yapabiliyoruz ve bir oyunun içindeyiz sanki, birileri ya da bir şey bizimle oyun oynuyor, bir soru soruyor ve cevabı bulabilmemiz için bize küçük ipuçları veriyor, araya Kopernik, Galileo, Einstein gibi süper beyinleri serpiştiriyor, insanlık birikimini yorumlayan ve çekidüzen veren bu süper beyinler düğümü çözüp bir sonraki soruya kadar cevapların geliştirilmesinin önünü açıyorlar.
GDO, topraksız tarım, yapay dölleme, insan ömrünün uzatılma çalışmaları, klonlama, robot teknolojisi, uzay keşifleri, yeni enerji elde etme yöntemleri, internet, nükleer, kök hücre teknolojisi, organ nakli bizi hep bir şeylere hazırlıyor sanki, bir sonraki soruya, türün devam etmesi olgusuna…
Bizimle oyun oynayan her neyse, bu şey bizim yaşamamızı istiyor, soruları sorup çözümlerini bulmamızı izlemenin tadını başka nasıl çıkarabilir ki? Satranç oyununda hamleyi yapıp, rakibin hamlesini eller ensede kelepçeliyken geriye yaslanıp beklemek gibi. Bir yandan olası yeni hamleyi hesaplarken…
“Hiçbir şey tesadüf değil gibi, hiçbir şey gereksiz değil.” Bütün bu yaşananlar tür olarak varlığımızı devam ettirebilmemiz için.
Kapitalizmi tesadüfen geliştirmedik, süreç bizi kapitalizmle buluşturdu. Son iki yüzyıl öncesine kadar tür olarak varlığımızı tehdit eden olgularla (birçok doğal afet, çeşitli hastalıklar vs.) mücadele edebiliyor olmamız ve insan ömrünün artması gibi fiili durumlar için kapitalizmle birlikte en yüksek noktasına ulaşan rekabet, kazanma ve en iyisi olma hırsı işe yaramadı diyebilir miyiz? Ama bugün aynı kapitalizm tür olarak sonumuzu hazırlıyor, o halde bundan da kurtulma zamanı yaklaşıyor. Yeni ekonomik ve sosyal yaşamların, yeni örgütlenme biçimlerinin yükselmesini tam da bu nedenle hiçbir güç önleyemeyecek, tarihin doğal akışına baktığımızda bunu çok net görebiliyoruz.
Esas olan tür olarak hayatta kalmamız, onun dışında var olan her şey detay, ülkeler, dinler, mezhepler, ideolojiler, diller, askerler, ordular her şey ama her şey detay. Bütün bu detaylar tek bir olguya hizmet ediyor ve zamanı gelince aynı idea için alanlarını terk ediyorlar, terk etmek zorunda kalıyorlar. Yerlerine yenilerini bırakarak…
Eski Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları, Sümerler, Mısırlılar, Romalılar, Moğollar, Osmanlı’lar bu yüzden çekildiler, zamanı gelmişti ve gitmeleri gerekiyordu, türün devamı için artık tehdit oluşturuyorlardı, gelişimin ve değişimin önünü tıkıyorlardı.
Savaşlar gereksiz yere yapılmadı, nükleer silahlar dahil bir çok teknolojik gelişmenin önünü hep savaşlar açtı, bunu savaşlar kamçıladı, aslında bugüne kadar hep, tür olarak hayatta kalmak için savaştık…
Bugünden itibaren tür olarak hayatta kalmamız ise barışmamıza, Dünyayı yuvamız olarak görüp ortak hareket etmemize bağlı. İnternet bu süreci hızlandırdı, insanları tüm dünya ölçeğinde bir araya getirmeyi ve birbirinden haberdar etmeyi sağladı. Ortak bir tür bilincinin ve dünyalı olmanın önü bilinen tarih boyunca ilk kez bu kadar net açıldı.
Çünkü artık mücadele göklerde olacak. Oyun göklerde devam edecek. Başka dünyaların canlılarıyla ve başka gezegenlerle.
Doğada var olan türler arasında en iyi uyum sağlayan türlerden biri belki de en güçlüsü insan, bilinen 4 milyon yıllık geçmişimizi uyum gücümüze borçluyuz. Bu biraz bizimle ilgili ama sanki biraz da içinde olduğumuz oyun ve oyunun kurucusuyla…
Ne olduğunu, kurallarını kimin belirlediğini bilmediğimiz bir oyunun…
Deniz KARTAL
Mart 2012
“Kal Savaş ya da Geri Çekil Hayatta Kal” başlıklı yazı burada
www.dunyalilar.org