Arka Bahçemiz

İÇİMİZDEKİ FAŞİZM

faşizm1

Son yıllarda gazetelerde haber ve yazıların altında okuyucuların yorum yapmasına olanak tanıyan facebook ile bağlantılı uygulamalar geliştirildi. Özünde, okuyucunun kendi düşüncesini ifade etmesi anlamında olumlu bir uygulamadır. Fakat ırkçılık, şiddet kışkırtıcılığı, kişileri ya da etnik grupları hedef gösteren, nefret suçları işleyen, cinsiyet ayrımcılığı yapan yorumlara yer vermemek kaydıyla.

Irkçılık ve kibir paçalarımızdan yere akıyor. Örneǧin 9 Kasım 2015 tarihli Hūrriyet gazetesinin Facebook sayfasında şöyle bir haber var: “Çin hava kirliliğinde zirveyi yaşıyor.” Bu haberin altına yapılan yorumlara bakarsanız, ne demek istediǧim daha iyi anlaşılabilir. Şöyle yorumlar var haberin altında: “Yaptıkları bütün pislikler geri üstlerine düşüyor işte..!!”,  “Daha az bile”; “Fazla köpek eti yemesinler o zaman”; “en iyi çinli ölü olanıdır”; “beter olun”, “Gebersin köpek yiyen,hamambicegi yiyen mahluklar…”  (Buradaki imla hataları yazanlara aittir.)

En ilgisiz habere bile böyle yorum yapan bir toplumdan korkulur. Örneğin içinde “Ermeni, Yahudi, Rum, Kūrt, Yunan, Roman, Alevi…” sözcūkleri geçen haberlere yapılan yorumlar daha da aşaǧılık ve insanlık dışı.

Örneǧin şöyle bir sosyal medyaya göz atıp oradaki yorumları okursanız, toplumun önemli bir kesiminin yaptıkları yorumlarda hakaret, kūfūr, aşaǧılama, taciz, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi pek çok unsura rastlayabilirsiniz. Burada bu yorumu yapanların yanısıra bence, onu haberin altına koyan ya da silmeyen gazetenin yönetimi de sorumludur. Çūnkū bu yorumlar, kışkırtıcı, hedef gösterici, tehdit edicidir ve hakaret içermektedir. Medyanın en azından bir bölümü bunu körüklemektedir.

Nefret Söylemi nedir?

Nefret söylemi, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından 1997 yılında alınan bir tavsiye karar ile, “Irkçı nefret, yabancı dūşmanlıǧı, antisemitizm veya hoşgörūsūzlūk ifade eden saldırgan milliyetçilik de dahil olmak ūzere, hoşgörūsūzlūǧe dayalı diǧer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tūrlū ifade biçimidir.” şeklinde tarif edildi.

Bu nefret, yalnızca söylemde kalmamakta “kitlesel eylemlere” de dönūşmektedir. 6 – 7 Eylūl 1955’den gūnūmūze bu tūrde birçok saldırı gerçekleşmiştir.

İnsan Hakları Araştırmaları Derneği’nin “2014 Türkiye Nefret Suçlarını İzleme Raporu”na göre, “Farklı etnik grupların bir arada yaşadığı Türkiye’de özellikle ırka dayalı nefret söylemi ve nefret suçu son yılda tırmanışa geçmiştir. 2005 yılında Ankara’da Uluslararası Protestan Klisesi’nin yakılmak istenmesi, 2006 yılında Trabzon’da Santa Maria İtalyan Klisesi rahibi Andrea Santaro’nun öldürülmesi, 9 0cak 2007 tarihinde Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in, gazetesi önünde nefret saikiyle öldürülmesi ve yine 2007 yılında Malatya Zirve Yayınevi çalışanlarının öldürülmesi olayları, farklı dini ve etnik gruplara yönelik nefret suçları açısından önem arz etmektedir. 2014 yılında da daha önceki yıllarda olduğu gibi. Bu bağlamda Kürt, Ermeni, Rum, Roman ve diğer etnik grupların hedef haline geldiği bir dizi olay gerçekleşmiştir.” (ihad.org.tr)

Bu resmi ideolojinin yarattıǧı bir tablodur. Medya ise bu saldırıları kışkırtmakta ve kültürler, halklar arasında ayrımcılık yapan, düşmanlık tohumları eken bir dil kullanmaktadir.

Faşizm ve būyūk kitleler

Yine faşizmde sanat, kitleleleri resmi ideolojinin dışında dūşūnmeye teşvik edebileceǧi gerekçesiyle kūçūmsenir. Yalnızca kūçūmsenmez saldırıya da uǧrar. Yalnızca devlet deǧil, toplumun bir bölūmū de sanata deǧer vermez. Sanat yapıtına saldırır, sergilere saldırılır, sanatçılar açıkça tehdit ve bazen darp edilir, sıkça örneklerini yaşadıǧımız şekliyle.

Ayrıca faşizmde, cinsel ayrımcılık erkek-egemen toplumun doǧal bir özelliǧi olarak ortaya çıkar, yadırganmadıǧı gibi, rejim bu erkek egemen anlayış ūzerinde yūkselir.

Antisemitizm ve ırkçılık da faşizmin özelliklerinden birisidir. Tūrkiye’de antisemitizm gūçlūdūr, yalnızca Tūrkiye’de deǧil birçok ūlkede bu böyledir. Irkçılık da aynı şekilde…

Bir ötekileştirme politikasıdır bu. Sisteme aykırı olan her şey ötekileştirilir.
Resmi ideolojinin yarattıǧı veeee biçimlendirdiǧi bu prototip,

Resmi ideolojinin yarattıǧı ve biçimlendirdiǧi bu prototip, yalnızca farklı dūşūncelere deǧil, farklı olan her şeye, diǧer etnik,dinsel ve kūltūrel farklılıklara da dūşmandır. Örneǧin HDP’ye yönelik seçimlerden önceki saldırılar bu ruh hali ve kışkırtmalarla gerçekleşmiştir. Çūnkū būyūk kitleler, resmi ideolojinin etkisi altındadır ve resmi ideolojiye göre başka etnik kimlik yoktur, başka dil olamaz, başka dūşūnce dile getirilemez.

Faşizmde dūşmanlar yaratılır ve bu dūşmanlar, kitleler ūzerinde “birleştirici” bir gūç olarak kullanılır. Dış ve iç dūşmanlar vardır bu mentaliteye göre; iç dūşmanlar dış dūşmanlarla işbirliǧi halindedir. Örneǧin Çinliler hakkında bu yorumları yapan kişilere neden böyle dūşūndūklerini sorsanız belki de size, “onlar da Uygur tūrklerine baskı uyguluyor.” diyeceklerdir. Yani Çinliler, Uygur Tūrklerine deǧil de, başka bir azınlıǧa baskı uygulasa, bu kişilerin umarlarında olmayacaktır. İstanbul’da yakın geçmişte bu yūzden Gūney Koreli turistleri Çinli sanarak  dövmeye de kalkmıştır bu anlayış.

Din ise, kitleleri  sistemin çıkarları doǧrultusunda yönlendirmek amacıyla kullanılır. Milyonlarca dolar rūşvet alan politikacılar, cuma’dan cuma’ya internetten bir ayet gönderirler, “Oradan beğen bir tane salla gitsin” diyerek kendi ifadeleriyle. Din, yapılan, yolsuzlukların, kötūlūklerin ūzerini örtmek amacıyla da kullanılır faşizmde.

Yani her şey resmi ideolojinin çizdiǧi  “kırmızı sınırlar” içerisinde olup olmamaya baǧlıdır.

Yine faşizmde, “Bir ulusa, kültüre ya da ‘ırka’ üye insanların, toplumun geri kalanı üzerinde üstün oldukları iddiası vardır. Bu yaklaşım aynı zamanda lider ilkesinde de ifadesini bulur. Belli bir kişi diğer herkesten ve topluluktan daha isabetli kararları alabilir durumdadır.”

Resmi ideolojiye göre, bu topraklarda yaşayan herkes Tūrktūr ve Sūnnilik, Alevilikten daha ūstūndūr. Diǧer etnik yapı ve kūltūrler dışarıya atılmış, saldırıya uǧramıştır tarihsel olarak Osmanlı’dan bu yana. Bu,”yasal” olsa da olmasa da tarihsel olarak baktıǧımızda böyledir.

Yine otoriter iktidar biçimlerinin egemen olduǧu totaliter bir sistemdir faşizm. Faşizmde, hūkūmet ya da devlet iç içe geçmiştir ve parti-devlet’e dönüşmüştür; parti bayraǧı ise ūlke bayraǧından daha önemli bir fetişe dönüşür zamanla. Yönetim, totaliterleştikçe, toplum da aynı biçimde totaliterleşir. Bunu saǧlayan araçlardan birisi de propagandadır.

En būyūk sorunumuz hoşgörū

Medyadaki okuyucu yorumlarına dönersek, burada ölçü şu olmalıdır: Okuyucu yazarı ya da o yazıya konu olan kişi ya da kurumları eleştirebilir. Yazarın fikirlerine karşı çıkarak demokratik sınırlar içerisinde kendisini özgürce ifade edebilir. Bunun ötesinde yapılan küfür, hakaret, şiddet kışkırtıcılığı veya nefret söylemleri düşünce özgürlüğü sınırları içerisine girmez.

İkincisi, internette ziyaret ettiǧimiz sitelerin ya da gazetelerin haber ve yazılarının bizim dūşūncelerimize uygun olması gerekmiyor. Farklı dūşūnceleri okumak ve kendi deǧer yargılarında yorumlamak insanı geliştirir. Aksi tek tip toplum, tek dūşūnce, tek lider vb… faşizme gider.

Ayrıca bu websiteleri gönūllū olarak ziyaret ediyoruz, kimse bizi bunu yapmaya zorlamıyor. Eǧer farklı dūşūnceler duymaya tahammūl edemiyorsak, ziyaret etmeyiz olur biter.

Hayatında bir kitap okumamış, farklı bir dūşūnce duymamış, durup dūşūnmemiş, resmi ideolojiyi içselleştirmiş insanlardan oluşan toplumdan daha farklı bir şey beklenemez belki.

Belki de en büyük sorunumuz hoşgörü ve çözüm farklı düşüncelerin de olabileceǧini kabul etmekten geçiyor.

 

Erol Anar 

10-11 Kasım 2015, Brezilya

 

Dūnyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu