Şu anda ne yapıyorsun? Tam şu anda. Kafanın içinde ne tür bir hikaye akıyor? Kara bir şeyler var, değil mi? Çünkü hiç kimse gülümsemiyor ve nefesini şöyle tatlı bir rahatlama ile koyuvermiyor. Herkes ve her şey sana batıyor. Ümit etmeyi ve iyi bir şeylerden emin olmayı özlüyorsun. Aslında daha çok bilmediğin, ama sıcak renklere sahip olduğunu sandığın bir şeyleri ölümüne özlüyorsun. Bunlar olurken kimse ışığı açmıyor. Ve korkunç bir dilsizlik.
Ağrıların artıyor. Sanki sadece 5 dakika içinde 1 yıl geçiyor. Ezikler ve çürükler bir türlü iyileşmiyor. Alınyazılarına bela okuyorsun. Bu kadar mühim yazılar daracık alanlara yazılmamalı sence. Yakınıyorsun. İsyan ediyorsun. İlkokul önlüğünün cebine annenin mendil koyduğu o ana asılıp kalıyorsun. Bitmesin o an. Bir mendil. Bembeyaz o mendil. Kök salsın, kalsın orada. Ama olmuyor.
Şu anda oturuyorsun. Ne yaparsan yap, oturduğunla kalıyorsun. İçine oturanlar yüzünden ağırlığın artıyor. Bu durağanlıkla beslenen acının biteceğine dair kendini bir güzel kandırıyorsun. Jilet gibi ütülü giysilerin sakladığı günahlar gibi sen de kendini bir gardırobun naftalinli köşesinde tutuyorsun. Evet, biraz delisin belki. Ama deliliğinin geçmişini anımsayamıyorsun.
İçindeki sorular mezarlıklara yol oluyor. Gözyaşların o mezarlardaki bitkileri suluyor. Bilmediğini sandığın duaları kendince birbirine karıştırıp yeni dualar oluşturuyorsun. Kendince iyi tavsiyeler içeren bir anlatının derdine düşüyorsun. Ama halin yok. Nasılsa gideceğini bildiğinden cayıyorsun. Ve sıradanlaşıyorsun, sıradaki ıstıraba geçiyorsun.
Bakıyorsun. Sana benzeyenler ve benzemeyenlerle bir olup bir deliğe bakıyorsun. O deliğe ya girilecek ya da oradan çıkması beklenenle bir karşılaşma yaşanacak. Tam bir şeyleri kurcalama hevesi geldiğinde kan akıyor bir yerlerde. Her şey yeniden sona eriyor. Delik kapanıyor. Sen bu tekrarların içinde oyuncak edilmene tükürüyorsun. Matemin mahremiyetini parçalamak istiyorsun.
Hatırlıyorsun. Tasarlanmış anılarını gayet net anımsıyorsun. Ama sana istemediğin halde verilenleri unutmak istiyorsun. Tanımadıklarının yaşadıkları birden tüm hücrelerinde anbean canlanıyor. Dehşete düşüyorsun. Dizlerini karnına çekiyorsun. İçindeki hareketin yönünü, kaderini değiştirmek istiyorsun. Ama ölüyorlar işte, senin içinde.
Bir tabak makarnanın, kırdığın yumurtanın önünde öylece oturuyorsun. Anlamsız bir canlanma sahnesi hazırlıyorsun güya. Yemek ve ardından dışkılamak. Ama tıkanıyorsun. Miden kalkıyor. İçin bulanıyor. Çünkü gebesin. Çünkü zamanı geldi. Oturmak istemeyen bir şey var içinde. Dışarı çıkmak istiyor. Sancını duy.
Ayça Güçlüten
Dünyalılar