Aşk normal seyrinde ilerlerken insanları coşturur, canlandırır, direncini arttırır; ancak rayından çıkarsa depresyona, hatta ölüme bile götürebilir. Şimdi bilim, aşk acısı çeken, gönül maceralarında hayal kırıklığı yaşayan insanların ruh ve beden sağlıklarını düzeltmek için ilaç kullanımına yeşil ışık yakıyor. Bu gelişmeleri yeni bir gelir kapısı olarak değerlendiren ilaç şirketleri aşkı bir nevi hastalık olarak empoze etme eğiliminde…
Modern bilim aşkın sinirsel yapısı ile ilgili yeni bilgiler edindikçe, aşk acısı tarihe karışacak; kırık kalpler tedavi edilebilecek.
Bugün pek çok insan, aşk acısının kimyasallarla tedavi edilmesinin gerekli olduğuna inanmıyor. Ne var ki bazılarına göre bu gerekli, özellikle karşılıksız aşk yüzünden intihar eğilimi taşıyanlar ve ayrılık acısına dayanmakta zorluk çekenler için. Bu ilaçları kullanmak veya kullanmamak aslında etik bir sorun; ama önce böyle bir tedavinin tıbbi açıdan gerekli olup olmadığını tartışmak gerekiyor.
AŞK NEDİR?
Öncelikle aşk nedir? Shakespeare aşkı şöyle tanımlıyor: “Beğendiğiniz bedenlere, hayallerinizdeki ruhları koyup, aşık olduğunuzu sanıyorsunuz.” Sinir bilimciler için aşkın tanımı bu kadar şiirsel değil: “Aşk sinirbilimsel bir olaydır. Üç alt tipi vardır: İhtiras, cazibe ve bağlanma. Bütün bunlar üreme ve çocuk bakımı konusunda başarılı olmamızı sağlar.”
Aşkın bütün bu evrelerinin beyindeki kimyasal sistemlerle yakından ilişkisi vardır. İhtirası ele alalım. Tek bir kişiyle ilgili çok küçük ayrıntılara takılmak sizce sağlıklı mıdır? Örneğin söz konusu kişinin saçlarının en küçük ayrıntısı bile düşüncelerinizi saatlerce meşgul ediyor mu? Bu tünel görüntü, Pisa Üniversitesi’nden Donatella Marazziti’ye göre OKB’nin (ObsesifKompulsif Bozukluk) belirtilerine benziyor.
Marazziti, aşkın ilk evrelerini yaşayan 20 kişi ile OKB tanısı konmuş 20 kişiyi karşılaştırdığında, iki grupta da serotonin hormonunu taşıyan proteinin olağandışı düşük düzeyde olduğunu tespit etti. Serotonin, beyinde duygu durumunu düzenleyen bir hormondur.
Aşıkları bir yıl sonra yeniden teste tabi tutan Marazziti, serotonin düzeylerinin yükseldiğini keşfetti. Kaldı ki denekler de aşık oldukları kişiyle ilgili eskisi kadar takıntılı düşüncelere sahip olmadıklarını açıklamıştı.
OKB VE AŞK AYNI KEFEDE
Serotonin düzeyini yükselten ilaçlar OKB tanısı konan kişileri rahatlatır. Dolayısıyla tutkulu duyguları da baskılayacağını düşünmek mantıklı bir çıkarımdır. Bu ilaçlar, seçici serotonin gerialım inhibitörleri olarak bilinen antidepresanları içerir. Bunların, aşırı duygulanmaları körelttiği biliniyor; bunun yanı sıra aşık olma eğilimini de düşürüyor. Depresyon hastaları için bu istenmeyen bir yan etki, ancak sevdiği kişiden ayrılmakta zorluk çeken bir kişi için ise bir nimet olarak değerlendirilebilir.
Ayrılmak istediğiniz kişi, tutkuyla bağlandığınız biri değil de, yıllardır birlikte olduğunuz bir kişi ise ilaçlar yine yardımcı olur mu? Bazı kimyasalların birine bağlanma konusunda yardımcı olduğu biliniyor. Hayvanlar üzerinde yapılan bir takım deneyler bu kimyasalların nasıl çalıştığını açıklıyor.
Çayır farelerinin (Microtus ochrogaster) tekeşlilikleri ile tanınırlar. Bu hayvanlar tüm yaşamlarını tek bir eşle geçirir. Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nden Larry Young, dişi farelere oksitosin veya dopamini bloke eden bir ilaç enjekte ettiğinde, hayvanların çok eşliliğe geçiş yaptığına tanık oldu. Young bu sonucu şöyle açıklıyor: “ Bu araştırma oksitosinin bloke edilmesiyle, uzun süreli bir ilişkiyi sonlandırmanın çok da acı vermeyeceğini gösteriyor.”
OKSİTOSİNİN YAN ETKİLERİ
Fakat oksitosin yalnızca romantik aşklarda değil, tüm ilişkilerde önemli bir rol oynar. Kırık bir kalbi tamir edebildiği gibi, diğer ilişkilerde de benzer bir etki yaratıp yaratamayacağı merak konusu.
Young ve ekibi eş kaybı yaşayan çayır farelerinde gözlenen depresif davranışları engellemek için kortikotropin salgılayan faktörleri (CRF) baskıladı. Bu hormon stres tepkisi ile ilgilidir. Bu noktada Young’ın, aşkları karşılıksız kaldığı için acı çekenlerin tedavisinde bu hormonun bloke edilmesini önerdiği düşünülmesin. Young, bunun yalnızca süreklilik gösteren acıya eşlik eden depresyonun yarattığı sıkıntıları hafifletmekte kullanılmasını öneriyor.
Aşk ve bağımlılık, benzer sinirsel temellere dayandığı için oksitosin ve dopamin tedavisinden yarar sağlar. Ancak bunun için ilaç kullanmak gerekmiyor. Young’a göre egzersiz, dopamin düzeyini yükseltiyor; sosyal ilişkiler de oksitosini arttırabiliyor.
ZAMAN EN İYİ İLAÇ
Rutgers Üniversitesi’nden Helen Fisher ise aşkın neden olduğu yaraların zamanla kendi kendine onarılabileceğini öne sürüyor. Aşkın çeşitli evrelerinin insan beyninin sinirsel ağları üzerindeki etkilerini inceleyen Fisher, ayrılıkla sonuçlanan aşklarda insan beyninin ventral pallidum bölgesinde daha yoğun bir faaliyet olduğunu keşfetti. Oysa mutlu aşk ilişkilerinde bu bölgelerde bu kadar yoğun bir hareketlilik izlenmiyor. Bu faaliyetlerin zamanla azaldığını keşfeden Fisher, bağlılığının da aynı şekilde azaldığına inanıyor.
Bir diğer tedavi şekli de beyin uyarı tekniklerinden yararlanmak. Fisher bu konuda şöyle konuşuyor: “Bugün depresyon tedavisinde kullanılan beyin uyarı tekniklerinden yararlanılarak ventralPallidum bölgesindeki faaliyetleri de azaltmak mümkün. Böylece zamanın iyileştirme etkisi hızlandırılır.”
Bu ilaçlar ve teknikler piyasaya çıkıncaya kadar annelerimizin klasık önerisi her zaman işe yarar: Yeni bir aşk eskisini unutturabilir. Kaldı ki bu öneri bilimsel olarak da sağlam bir temele dayanıyor. Bilim insanları travma sonrası stres sendromunun tedavisinde, rahatsız edici anıların yerine, rahatlatıcı ve stres yaratmayan anılar yerleştirerek hastayı sakinleştirmeye çalışır. Benzer şekilde Fisher, eski aşk anılarının yeni aşk anılarıyla yer değiştirmesi gerektiğine inanıyor.
Reyhan Oksay New Scientist, 15 Şubat 2014
Dünyalılar