Günlük yaşamda sürekli veya ara ara kullandığımız yahut çevremizden duyduğumuz kimi sözler vardır. Bu sözler ki, çoğu insan için rehber niteliğindedir.
Gün içerisinde inşallahlar, maşallahlar, allah belasını versinler havada uçuşmaktadır.
”İşe besmelesiz başlanmaz”, ”Abdestsiz sokağa çıkılmaz.”, ”Mübarek günde doğan insan hayırlı olur”, ”İki bayram arası nikah kıyılmaz” gibi…
Kara kedi görünce uğursuzluk getireceği inancı, çocukların üzerinden atlandığında çocukların boyunun hep kısa kalacağı inancı, evlilikte kerametin olacağı inancı, şeytanın her daim insanları yoldan çıkarmak için çabaladığı inancı…
Yeni doğmuş bebeklere ve iş makinelerine nazar değmesin diye nazar boncukları ve beygir nalı asılması. Kazasız belasız gidip gelmesi için kişinin arkasından su dökülmesi.
Teknolojiye uygun olarak “Bu mesajı 10 kişiye göndermezsen başına tez vakit kötü birşey gelecek” saçmalığı.
Çok daha fazlası var. Bunlar bu şekilde özetlenip sıralandığında akıl dışılığı sırıtsa da çoğunluk için hiç de öyle değil. Hatta bunların batıl inançlar olduğunu söyleseniz bile karşıdan hemen “tövbe et, günaha girme” karşılığı alacağınız muhtemeldir.
Bu sözler ve batıl inançlar öyle göründüğü gibi basit, önemsiz şeyler değildir. Birçok insan yaşamını buna göre düzenleyip idame ettiriyor. Bunlar “ağız alışkanlığı” denilerek önemsenmese de yaşamın içinde ciddi bir karşılığı var.
Diyelim ki işçi işe besmelesiz başladı ve bir iş kazası geçirdi. Nedir bunun sebebi? “E besmelesiz başlanan işin sonu böyle olur.” Bu inanç gereği kişi gerçeği göremeyecek, bu yüzden ‘iş güvenliği’ gibi şeytan işlerini hiç düşünmeyecektir.
Sık sık kullanılan inşallahın yaşam içindeki karşılığı ise birşeyin olmasını dilemektir. Fakat hiçbir şey inşallahlarla veya dualarla olmayacaktır. İşi gerçekleştiren şey uygun koşul ve emektir. İstenilen şey gerçekleşmeyince de kullanılan anahtar cümle şudur: “Demek ki hayırlısı böyleymiş.”
Günah işleyenin feci şekilde cin tarafından çarpılacağı inancı vardır ki eğer bu inanca sahip kişi size bu çarpılmayı belgesiyle sunmaya kalkışıyorsa açıklamak zordur. Biri felç geçirmiştir ama o bunu çarpılma zannediyordur.
İktidar partisinden veya Belediyeden şikayetçi olan, hırsızlıklarından, katilliklerinden şikayet eden insanlar vardır. Eğer bu kişi bu inançlara sahip ise yapacağı en büyük eylem beddua etmek, an azından “Allah belasını versin” demektir. Bu da kişinin haklı karşı çıkışını pasifize eden, yine iktidarın işine gelen bir durumdur ki, şikayetçinin en azından içini rahatlatmasından öte bir faydası yoktur. Türkiye’de gerçekten bu ve benzeri sebeplerden dolayı etkin olmasa da ciddi bir muhalif kesim vardır ve bu kesim Recep Erdoğan’ın öte denilen dünyada cezalandırılacağı inancındadır.
Ya şükürcülüğe ne demeli? Sakat ya da durumu kötü olan birisiyle karşılaştığımızda, işittiğimizde kendi halimize şükrediriz. Haberlerde Afrika’da çocukların açlıktan ve sıtmadan öldüğünü okur, sonra da ”Bak ne insanlar var, biz halimize şükredelim” denilir. Umursamazlığın, vurdumduymazlığın bu denli tavan yaptığı durumun bir ifadesidir şükretmek. Biraz daha ”vicdan sahibi” kişiler ise açlar, yoksullar, ölenler için dua okurlar. Niye? Çünkü vicdanların rahatlatılması gerekir. Fakat samimiyet dışıdır. Samimiyet kendini eylemde gösterir.
Peki ne akılla ne de mantıkla açıklanamayacak bu inançlara insanlar nasıl sahip oluyor?
Bunun aslında tek bir cevabı var, o da cehalettir. Bu tür inançlara inanmak her ne kadar akıl dışı olsa da işin en kolayıdır. Çünkü sorgu sual yoktur, emek harcama, beyin yorma, araştırma yapma, bilimsel içerikli kitapları okuma, mukayese etme yoktur. Körü körüne bir inanç vardır. Korku vardır. Kaygı vardır. Cehalet temel sebep olarak vardır. Bu ve benzeri inançları tek tanrılı dinler öncesinde dahi görebiliriz. Kimi güncellenerek kimi de birkaç değişiklikle varlıklarını bugüne dek yaşatmayı bilmişlerdir. Elbette insanlar tarafından. Örneğin başımıza gelebilecek kötü birşeyi savuşturabilmek için tahtaya vururuz. Bu inanç kimi kaynaklara göre M.Ö 2000’li yıllarda Amerikan yerlilerinde ve Helen uygarlıklarında görülen, meşe ağacının bazı güçlere sahip olduklarını, çünkü meşe ağacına yıldırım düşmesini tanrının ağacın içine düşmesi olarak yorumlanmasından kaynaklı dönemin insanları ağaca vurarak tanrıyla iletişime geçtiğine inanırdı. 21. yüzyıl Türkiyesi’nde hala tahtaları deşecek denli vurulmaya devam ediyor.
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı kitabından bir alıntıyla yazıyı sonlandırmak en iyisi:
“Şimdi bir an için insanların aptal olmadığını farz edelim.”
Baran Sarkisyan
Dünyalılar