İntihar Merkezi
Yeşilcilerin korumaya çalışacakları alan yok olunca, hayvan severlerin korumaya çalıştığı hayvanların nesli tükenince, dünyanın rengi yeşil maviden beton grisine bürününce yeryüzündeki son umut silindi gitti. Umutları, canlıları ve canı tükenen dünyanın mutsuz insanları intihar etmeye başladılar. Yanlış yöntemlerle intihara teşebbüs edenler sakat kalıyor, ölmeyi başaranlar ise çok acı çekerek ölüyorlardı. Eskiden dünyayı kurtarmaya kendisini adayan sivil toplum örgütleri, bu sefer insanları dünyadan kurtarmanın acısız yolları üzerine çalışıp bir İntihar Merkezi açarak insanlara daha az acılı ve yaratıcı ölüm yolları sundular.
Yöntemlerden biri olan Anti Locus Coerules insanların rüyalarında ölmelerini sağlıyordu. İnsanların rüyalarında gördüklerini uyurken gerçekten yapmalarına engel olan Locus Coeruleus sisteminin sağladığı blok kaldırılıyordu, böylece kişiler uçmayı denemek gibi yöntemlerle ölüyorlardı. Yöntemlerden bir diğeri Gaz Odası adı verilen yerdi. Burada toplu intiharlar mümkündü. Bu hem korkuyu azaltıyor hem de veda ederken hayata, sohbet etme imkânı veriyordu. Bir diğer yöntem ise insanların intihar ederken çok deneyip başarısız oldukları şah damar kesme yöntemiydi. Burada intihar celladı adı verilen kişi gelip şahdamarı doğru yerden kesiyor ve kişinin birkaç dakika içinde etrafını kırmızıya boyayarak ölmesini sağlıyordu.
İnsanların ibadethaneleri bırakıp akın akın gittikleri İntihar Merkezi’nden geriye sadece mektuplar kalıyordu. Bu okuyacaklarınız savaşıp gri severlere yenik düşmüş, dünyadan yakasını sıyırmaya karar vermiş, yaşamaktan sıdkı sıyrılmış, dünyaya “dur” demeye karar verenlerin yazdıkları mektuplardır.
“Merhaba ve şimdiden elveda,
Ben deney laboratuvarındaki maymunun acı çeken beyniyim, kozmetik ve bilim adına gözleri kör edilen tavşanım, 40 yılın travmasını taşıyan, hafızasından acı taşan saldırganlaşan fil yavrusuyum. İnsanların elinde harap olmasın diye yavrusunu öldüren sonra da intihar eden ayıyım. Ben hayvanlarım; sirk bahçesinde siz gülün diye dayakla eğitilen ve kafeslere hapsedilen. Merhaba ben gösteriş için attığınız havai fişeklerde kanadı kırılanlardanım. Mezbahada karnından bebeği alınan inek, Diyarbakır’da vurulan leopar; belki de sonuncu olan… Ben daha nice dilsizin acı dolu çığlıyım. Tüm bunlar olurken kalp atışlarımı duyarak hayatta kaldıkça utananım!”
Eceliyle ölmesine az kalsa da ecelini bekleyememiş bir ihtiyar adamın mektubunda ise şunlar yazıyordu:
“Başka gezegenlerde var olan bir gezegen ihbar hattı olsaydı hiç çekinmeden arar “dünyamızı yok edin” derdim. Çünkü bu dünya para, iktidar hırsıyla kana, ölüme, haksızlığa bürünmüş bir yer. Bu dünyanın tarihinde hamile kadınların karnındaki bebeklerin bile süngülerle canına okunduğu savaşlar oldu. Bu dünya öyle korkunç bir dünya ki insanları fırına veren bir Hitler gördü. Bir atom bombası düştü topraklarına. Günümüzde doğayı savunan insanlar korsan muamelesi görüyor, ağaçların kesilmesini istemeyen çevreci gurupların isteklerine biber gazlarıyla, ölümle karşılık veriliyor. Günümüzde kimyasal silahlar hem çocukları hem yetişkinleri yakıyor. Kiminin açlıktan öldüğü, kiminin milyarca lira ödeyip bedenini hayvan cesetleriyle donattığı bir dünya burası. Bu dünyada kadınlar, çocuklar ve hayvanlar tecavüze uğruyor. Geçmişin savaşları, şimdiki zamanın nükleeri, robotları, yalnızlığı getirdi. Adios amigos.”
Kardelen UYSAL (kardelensis.uysal@gmail.com)