Kapitalist sömürü düzeninin, onca küresel adalet, küresel eşitlik vb. palavraları eşliğinde geldiği nokta; tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, onun, dünya halklarına, özellikle de gençliğe biçtiği rolün ne olduğunu, her geçen gün biraz daha gözler önüne seriyor. Savaşlarda cepheye sürülen, sanayi sitelerinde kölece çalıştırılan, eğitimsizliğe, işsizliğe, açlığa ve gelecek kaygısıyla yaşamaya terkedilmiş; uyuşturucu ve fuhuşun kıskacına alınmış milyonlarca genç. İşte kapitalizmin “Yeni Dünya Düzeni”nde gençliğin yeri.
Kapitalizmin gençliğe dayattığı yaşam ve bu yaşam içerisinde sıkıştıkça sıkışan, binlerce sorunla yüz yüze gelen sanayi sitelerindeki ve yoksul emekçi semtlerindeki milyonlarca gencin durumu ve bu durumdan kurtulmanın -artan önemdeki- mücadelesi, bugün de tüm yakıcılığıyla karşımızda duruyor. Türkiye’deki kapitalistler de, emperyalizmin dünyada gençliğe dayattıklarının ülkemizdeki uygulayıcıları durumunda.
İŞÇİ GENÇLİK
Emek sömürüsünün en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan Türkiye’de, burjuvazi, gerek en ucuz emek-gücü gerekse de üretim ilişkileri ve iş yasaları bakımından örgütlenme koşulları en zor kesim olmasından dolayı, genç işçileri tercih etmektedir. Geçim şartlarının zorluğu ve eğitimin paralı hale getirilerek bir ayrıcalığa dönüştürülmesi, ülkedeki milyonlarca genci fabrikalarda, sanayi sitelerinde çalışmak ve yoksul ailelerinin geçimine katkı sunmak zorunda bırakmış durumda. Ülkede sayısı milyonlarla ifade edilen işsizler ordusunun içinden sıyrılarak iş bulan ve kendisini “şanslı” sayan genç işçilere ise, kölelik koşulları dayatılmakta. Genç işçiler sanayi sitelerinde günde en az 14-15 saat, cehennemi aratmayan koşullarda, havasız, karanlık, izbe atölyelerde; tüm sağlık koşullarından ve sosyal güvenceden yoksun bir şekilde, neredeyse karın tokluğuna çalıştırılıyor. Genç işçilerin küçük bir kesimi dışındakiler, sigorta ve iş güvencesinden yoksun bir şekilde “yaşamlarını” sürdürüyorlar. Denetimden tamamen uzak, irili-ufaklı atölyelerde, sigortasız çalıştırılan milyonlarca işçi, sigorta talep ettikleri anda, daha kötü koşullarda çalışmaya hazır işçiler ordusu ile tehdit edilip kapı önüne konulmakta. Bir biçimde sigortası yapılan sınırlı sayıdaki işçilerin ise, sigorta primlerinin ödeniyor gibi gösterilerek ödenmemesi veya sınırlı olarak ödenmesi de sıkça yaşanan bir durum.
İşe alınırken patronla herhangi bir anlaşma, sözleşme yapma şansına sahip olmayan genç işçilerin çalışma koşulları, iş süreleri, işten atılıp atılmamaları, kaç saat çalışacakları ise tamamen patronun insafına kalmış durumda. Bu nedenle, genç işçiler, iş güvencesinden tamamen yoksun, her an işten atılma tedirginliği ile yaşamak durumunda. Hiç bir gerekçe olmadan ya da her hangi bir gerekçeyle işten atılan genç işçilerin tazminat talep etmeleri ise, mümkün değil. İşverenlere karşı hiçbir yasal yaptırım gücü bulunmayan genç işçiler, kötü çalışma koşulları ya da işten atılma gibi sebeplerle sık sık atölye değiştirmekte ve en iyi ihtimalle bir önceki atölyede yaşadıklarını yaşamaya devam edecekleri yeni atölyelerde işe girmekteler. Bu nedenlerle genç işçiler, ya çok kısa sürelerle iş bulabilmekte ya da çoğunlukla işsiz kalmaktadırlar. Sanayi sitelerinde yaşanan bu durum, işverenlere, genç işçileri en kötü çalışma koşullarında, çok düşük ücretlerle çalıştırma olanağı sunuyor. Sigortalı işçi sayısının yok denecek kadar az olması, genç işçileri, sendikasızlık sorunuyla da yüz yüze getiriyor. Küçük ve orta ölçekteki sanayi sitelerinde çalışan genç işçilerin sigortasızlık oranındaki yükseklik, beraberinde sendikasızlık oranında da bir artışı getiriyor. İşletmelerin dağıtılması, küçük küçük atölyelere parçalanması veya öyle gösterilmesi, karşımıza, aynı işkolunda olmasına rağmen, binlerce işçinin sendikasız çalıştırıldığı sanayi sitelerini çıkarıyor.
Genç işçilerin yaşamlarındaki bir diğer kabus da zorunlu mesailer. Çok düşük ücretlerle çalıştırılan genç işçilerin, biraz daha fazla ücret alabilmek umuduyla katlanmak durumunda olduğu zorunlu mesai uygulaması, işverenlerin sömürüyü yoğunlaştırarak kârlarını arttırmalarında temel işlev gören bir uygulama haline gelmiş durumda. Çalışma sürelerini aralıksız 36 kimi zaman 48 saate vardıran zorunlu mesailerin zorluğu ve uzunluğu, genç işçilerin üzerinde fiziksel ve ruhsal tahribatlara yol açmakta ve tüm bunların karşılığında çoğunlukla zorunlu mesai ücretleri ödenmemekte. Bu uygulama, küçük ve orta ölçekteki sanayi işletmelerinde patronların ayakta kalmasının ve büyümesinin temel dayanağı durumunda.
Sanayi sitelerinde her türlü güvenceden ve koruyucu önlemlerden yoksun ilkel çalışma koşullarında işçileri canından bezdiren diğer bir sorun da, hemen her gün yaşanan iş kazaları. Her an kollarını, bacaklarını, gözlerini, duyma yetilerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan genç işçiler, herhangi bir iş kazasıyla sakatlandıklarında, hiçbir hak talep edememekte, emek-güçlerini kaybettikleri gerekçesiyle kapı önüne konularak açlığa terk edilmekteler. Havalandırmasız atölyelerde; toz, kir, pas içerisinde çalışan genç işçiler, sık sık hastalanmakta ve bu hastalıklar çoğunlukla geri dönülmez boyutlara varmaktadır. Mobilya, ayakkabı, deri, polyester vb. sanayiinde çalışanların bali, tiner, boya vb. kimyasal maddelerle ciğerleri tahrip olmakta ve bu atölyelerde çalışanlar, kendiliğinden uyuşturucu, bali ve tiner bağımlıları haline gelmekteler. Bu tür atölyelerde çalışan genç işçilerin ortalama yaşam sürelerindeki düşüklük ciddi boyutlara varmış durumda. Tüm bu sağlıksız koşullarda meydana gelebilecek iş kazalarına ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir önlem alınmayarak, işçiler, patronun kâr hırsına kurban ediliyor. Patron işyerinde koruyucu önlemler almanın maliyetinin yeni işçi almaktan daha fazla olduğu düşüncesiyle, hiçbir önlem almadan, ama, herhangi bir iş kazasında dışarıda bekleyen işsizler ordusundan yeni bir genç bedeni sömürü dişlilerinin arasına alarak, genç emek sömürüsü üzerinden zenginleşmeye devam ediyor.
İş sürelerinin uzunluğu ve maddi imkansızlıklar nedeniyle hiçbir kültür-sanat etkinliğinde bulunamayan genç işçilere, kahvehanelerde, televizyonlarda ve bulvar gazetelerinde kapitalizmin yoz kültürü dayatılıyor. İş koşullarıyla köleleştirilen genç işçilerin beyinleri de böylece esir edilip, işçiler, bir çirkef kuyusuna çekiliyor. Sanayi sitelerinde tüm bu saldırılarla beraber, patronun ayak işlerini yapmak zorunda kalan, dayak, küfür, hakaret, cinsel tacize maruz kalan genç işçilerin en büyük sorunlarından ve korkularından biri, bu kölece yaşama rağmen işsiz kalmak.
İş koşullarındaki kuralsızlık işçi-işsiz ayrımını da belirsizleştirmiş, bugünün işçisini yarının potansiyel işsizi haline getirmiştir. Genç işçiler, her an işsizler ordusuna katılmanın tedirginliği ile, tüm kölelik koşullarına razı olmuş biçimde çalıştırılıyor. Sürekli iş olanağından yoksun milyonlarca işsiz genç, sanayi sitelerindeki geçici işlerde çalıştırılarak emek sömürüsüne tabi tutulmakta, işsiz kalan gençlerse, kahvehanelere mahkum olmakta, kimlik bunalımı yaşayarak intihara, uyuşturucu ve fuhuşa sürüklenenlerin sayısı artmaktadır.
SEMT GENÇLİĞİ
Eğitim imkanlarından mahrum bırakılarak işsizliğe mahkum edilmiş milyonlarca genç de, yoksul emekçi semtlerinde gelecek kaygısıyla yaşamak zorunda bırakılmış durumda. Tüm hizmetlerden yoksun gecekondu ve emekçi semtlerinde; yüzlerce sorunla birlikte yaşayan devasa bir gençlik kitlesi birikmiş durumda. Emekçi semtlerinde eğitim ve iş imkanı bulamamış, kahvehanelerde, sokak aralarında, bilardo salonlarında vb. ömür törpüleyen, kişilik çatışmaları yaşayan gençlere, sistemin yoğun çabasıyla lümpen bir karakter kazandırılıyor. Buralarda biriken gençler, burjuvazinin saldırılarına, yozlaştırma ve kendi kültürüne kazanma çabalarına karşı tamamen savunmasız bırakılmış halde. Semtlerde korkunç boyutlara varmış uyuşturucu kullanımı ve buralarda oluşan uyuşturucu tezgahları, bir yandan beyni her gün biraz daha uyuşturulan gençleri, öte yandan çeteleşmeleri beraberinde getiriyor. Sosyal-kültürel-sportif etkinliklere duyulan ihtiyaç ve bu ihtiyaçlardan yoksunluk, semt gençliği bakımından bir diğer sıkıntıyı oluşturuyor. Gençlerin çevreleri tarafından horlanması, küçük görülmesi, işsizliklerinin sorumluluğunun kendilerine yüklenmesi ve dışlanmaları da, gençler üzerinde ruhsal tahribatlar yaratmakta.
Semtlerde, ailelerin, tüm yoksulluklarına rağmen, yoğun çabalarıyla, bir biçimde eğitim imkanı bulabilmiş ilk ve orta öğretim öğrencileri de, tüm teknik imkanlardan yoksun okullarda kırk kişiden az olmayan sınıflarda kaynak ve öğretmen sıkıntısı yaşayarak öğrenimlerini sürdürmeye çalışıyor. Elbette, aldıkları öğrenimle en fazla liseyi bitirebilmekte, üniversite sınavlarında -bazı istisnalar dışında- herhangi bir başarı gösteremeyerek, yukarıda bahsettiğimiz koşullarda yaşayan genç işsizler ordusuna dahil oluyorlar.
Egemenlerin eliyle lümpenliğin, çeteciliğin, uyuşturucu ve fuhuşun yaygınlaştırıldığı emekçi semtlerinde, tüm bu saldırılarla beraber, sisteme karşı öfke de doğal olarak gelişiyor. Ülkede olup bitenler ve kendi yaşamlarına dair sohbet edildiğinde, hemen hemen tüm gençler, yaşadıkları sıkıntıların, kabaca, ABD ve onun ülkedeki işbirlikçileri olan politikacılar ve “zenginler” eliyle yaratıldığını ortaya koyuyorlar. Birçoğunun evinde Deniz GEZMIŞ posterlerinin asılı olduğu gençlerin, kendi aralarında “örgütler” kurarak, düzene olan öfkelerini yazılamalarla ifade etmeleri, birçok emekçi semtinde karşılaşılan bir durum.
Kapitalist sömürü düzeninin işçilere, emekçilere yönelttiği tüm ekonomik ve siyasal saldırıların en büyük mağduru her zaman gençlik olmuştur. Bu saldırılar, kimi zaman sanayi sitelerinde, fabrikalarda çalıştırılan gençlerin tüm haklarının gasp edilerek kölelik koşullarında çalışmaya mahkum edilmesiyle, kimi zaman işsizliğe, geleceksizliğe, eğitimsizliğe mahkum ettikleri gençler arasında uyuşturucuyu yaygınlaştırarak hayat buluyor. Egemenler tüm bunları yaparken, aynı zamanda, gençleri kendi fikirlerine kazanmaya, kurtuluş yolunu kendilerine karşı mücadelede aramanın anlamsızlığı üzerine politikalar geliştirmeye yönelerek; bireyci, çıkarcı, bana neci bir gençlik kitlesi yaratmanın da çabasına girişiyorlar. Televizyonda gösterdikleri dizilerle, gençlere, “siz de kendi çetenizi kurun”, tele-volelerle, “yeteneğiniz varsa, manken, futbolcu olma çabası içine girin ve arkadaşlarınızı, ailenizi bir tarafa bırakıp kendinizi kurtarmaya bakın” denilerek, gençlik kokuşmuş bir hayata özendiriliyor. Gençlik üzerinde bir dönem oldukça yaygınlık kazanan ve çeşitli tahribatlara yol açan bu fikirlerin geçersizliği ve bir aldatmacadan ibaret olduğu ise, her geçen gün biraz daha yaygın fark ediliyor.
Semtlerde ve sanayi sitelerindeki gençler arasında, kendi talepleri etrafında birleşerek birlikte hareket etmelerinin ve taleplerini kazanmak için mücadelenin gerekliği, bugün her zamankinden daha çok kabul görür vaziyette. Sistemin tüm karalama çabalarına ve saldırılarına karşın, bugün hala devrimci önderlere ve onların mücadelesine duyulan derin saygı, bu mücadele isteğinin bir göstergesi durumunda.
Semt gençliği, bugün koşulların da olgunlaşmasıyla beraber, ciddi bir yol ayrımına gelmiştir. Egemenlerin dayattıkları yaşam ortadadır. Eğitim hakları tanınmamış, tüm iş imkanları ellerinden alınarak işsizliğe mahkum edilmiş, kahvehanelerde ömürleri törpülenir hale gelmiş, kültür-sanat ve spor etkinlikleri imkanından tamamen yoksun bırakılmış, uyuşturucu ve fuhuşun dayatıldığı semt gençliği, bunlara tahammül edip böyle bir hayata devam mi edecektir? Yoksa; emekçi halk gençliği yaşadığı tüm saldırıların müsebbibi kapitalizme ve onun ülkedeki uzantılarına karşı gücünün farkına varıp uyanışa geçerek, kendi talepleri etrafında gençlik kültür evleri vb. birlikler, örgütler kurarak, kapitalizmin yoz kültürüne karşı halkın öz kültürünü yaşayıp yaşatacak, işsizliğe sefalete, uyuşturucuya, bireyciliğe ve çeteleşmeye karşı ortak mücadelenin yolunu mu tutacaktır? Semt gençliği açıktır ki, bugün evine fotoğraflarını astığı, mücadelesine büyük bir saygı duyduğu Denizlerin yolundan yürüme istek, enerji ve potansiyelini barındırmaktadır. Burada, sınıfın partisinde birleşmiş genç unsurlara, özellikle de üniversite gençliğine önemli görevler düşmektedir. Sosyalizmin bilgisine sahip genç-aydın kuşak semt gençliğinin aydınlatılmasına ve yürümesi gereken yola girmesine yardımcı olma görevini en başta omuzlamalıdır.
Sanayi sitelerinde işçi gençliğin, yaşadığı kölelik koşullarına karşı, başta sendika-sigorta-sekiz saat iş günü (3S) talebi etrafında birleşmelerinin, kültürel-sanatsal-sportif etkinliklerde bulunabilecekleri platformlar yaratmalarının, ait oldukları sınıfın bilincini kuşanarak, kapitalizme karşı kurtuluş mücadelesine girişmelerinin ortamı, her zamankinden daha çok mevcuttur. Burada belirleyici olan; sosyalizm fikriyle ve sınıfın partisiyle buluşmuş olanların çabasıdır.
Küçük burjuva maceracı ve reformist örgüt ve anlayışların, gelişmeleri yorumlayış ve örgütlenme biçimlerindeki darlık, onların, genç işçiler içerisinde sosyalizm fikrini örgütleyerek gençlerin mücadeleye sevk edilmesine katkı sunmalarını da olanaksız kılıyor. Kimi zaman genç işçiler içerisinde çalışmaya yönelmeleri, sınıfa güvensizlikleri ve mücadelelerini oturttukları zeminin sınıfa dayanmayışı gibi sebeplerle, kısa bir süre sonra doğal olarak sönüyor. Zaten genel anlamda küçük burjuva anlayışların, işçi gençliğin talepleri etrafında örgütlenmesi ve mücadeleye seferber edilmesi gibi bir kaygıları da bulunmamaktadır. Oysa bizler, işçi sınıfına ve onun genç kuşaklarına sonsuz bir güven ve inanç taşıyoruz. Politik platformumuzun sağlamlığı, yılların mücadele birikimi, meseleleri algılayış ve yorumlayış biçimimiz, sınıfın ve onun genç kuşağının aydınlatılması ve mücadeleye seferber edilmesinin yollarını arayış ve tespit edişimizdeki perspektifimiz, ayakları yere basan, işçi sınıfının iktidar yürüyüşündeki rolünü iyi kavramış bir temele dayanıyor. Politik platformumuz, gücünü ve sağlamlığını, sosyalizmin ve onun yaratıcı gücü işçi sınıfından ve ona güvenden alıyor. O halde, genç işçilerin kendi kurtuluş mücadelesine girmelerini sağlayacak, ona katkı sunacak yegane gücün Partimiz olduğu su götürmez bir gerçektir.
Semt gençliğinin çeşitli biçimlerde dışa vuran örgütlenme ve mücadele istekleri (kendi aralarında Komünist Gençler, Devrimci Gençler vb. isimlerle gruplar oluşturmaları, taleplerini içeren yazılamalar yapmaları, oluşturdukları gruplarla mitinglere katılmaları vb.) küçük burjuva devrimci anlayışların buralara yönelmelerini de beraberinde getiriyor. Bu tarz örgütlenmelerle bir biçimde buluşan gençlerin, kısa süre sonra, bu örgütlerin tarzları, sekterlikleri vb. sebeplerle, heyecanlarını ve isteklerini kaybetmeleri, fikirlerinin tahrip edilerek sosyalizme güvenlerinin sarsılması ya da bu örgütlerin içerisinde heba olmaları da sıkça yaşanan bir durum. Bizlerin meseleyi, halk gençliğinden ve onun gündeminden tamamen kopuk, ayakları yerden kesilmiş, küçük burjuva devrimcileri gibi ele almadığımız, alamayacağımız açıktır.
Bizim görevimiz; semtlerde ve sanayi sitelerinde bir arada duran milyonlarca gencin yaşadıkları sorun ve sıkıntıların kaynağını -kapitalizmi- onlara iyi tarif etmek, onların gelişmeler hakkında aydınlanmalarını sağlamak ve kapitalizmden kurtuluş mücadelesinde yürünecek yolu bir an önce görmelerine ve kendi politik örgütünde -sınıfın partisinde- birleşerek mücadeleye seferber olmalarına yardımcı olmaktır. Bunu, sanayi sitelerindeki genç işçilerin günlük talepleri etrafında bir araya gelecekleri ve kendilerine yönelik saldırıları tartışacakları politik platformlar yaratarak yapmalıyız. Bugün iş yasalarında yapılan değişiklikler ve uygulamaya sokulan “yeni” iş yasalarıyla, genç işçilerin pervasızca sömürülmeleri ve köleliğe mahkum edilmelerinin yasal güvenceye alınarak sorunlarının daha da derinleştirilmesi, 3S hakkının tamamen gasp edilmesi, yine semtlerde kültürel yozlaştırmalar, işsizlik, uyuşturucunun yaygınlaştırılması, sosyal kültürel taleplerin karşılanmaması vb. saldırıların birbirinden bağımsız olmadığı ve kaynağının ortak olduğu, buna karşı mücadelenin de ortak olması gerektiği fikri üzerinden yükselen bir aydınlatma çalışması, semt ve işçi gençliğinin bir araya gelişini ve ortak bir mücadeleye seferber olmasını sağlayacaktır. Gençlerin aydınlatılması, sadece kendi sıkıntılarına dair değil, ülkede ve tüm dünyada olup bitenler hakkında bilgilendirilmeleri ve buna karşı alınacak tutumu kavramalarında günlük işçi basınını tanımaları ve sahiplenmeleri, ancak çalışmanın merkezine günlük işçi basınının konulmasıyla mümkün olacaktır.
Erdal İmrek – Özgürlük Dünyası