Arka Bahçemiz

Kadın Kimliğine Ailenin ve Evliliğin Etkisi

Aile, mülkiyetin biricik kalesi, devletin bireye dişini gösterdiği ilk baskı kurumudur.

Toplumda aile kurmanın tek yolu evlilikten geçmektedir. Evlilik ise egemen olan erkeğin kadını mülkiyetine geçirmesi ile gerçekleşir. Mülk edinme işlemi sırasıyla aile babasının izin vermesiyle -bazen başlık parası şartıyla- ve toplumun babası olan devletin izin vermesiyle -nikah- tamamlanmış olur. Evlilik cüzdanının kadına verilmesi, düğünlerde bileğinden dirseğine kadar taşıyamayacağı ağırlıkta altın bilezik ve takılarla donatılması ise, silinen ve yok sayılan kimliği için suni bir varoluş tutamacıdır. Kadın benliğini bunlarla var eder ve avutur.

Aile kurmak, toplum nezdinde kişinin yaşamındaki en önemli varoluş basamaklarından biridir. Bir erkeğin evlenmesi için temel şartlar; askerliğini yapmış olması, diplomalı ya da diplomasız bir işte çalışıyor olmasıdır. Kadın için ise, doğurganlığının aktif olduğu yaşa gelmesi ve bakire olması yeterlidir. Aile kurumu ve toplum yetiştirdikleri çocuklara gerek soyut gerekse somut baskılarla evliliği dayatır.

Bu bağlamda, 15 yaşında bir çocuğun somut bir şekilde kolundan tutulup baskı ve şiddetle evlendirilmesi ile 25 yaşına kadar sistematik şekilde hissettirilmeden soyut bir toplumsal baskıyla -sözde kendi isteğiyle- evlenmesi arasında temelde fark yoktur. Özünde ikisi de aynıdır. İkisinde de kadının toplum içindeki yeri değişmez. Hatta 15 yaşındaki somut bir baskıya maruz kaldığı için baskının bilincine varır, farkındadır ama 25 yaşındaki baskıyı görmezden gelir ya da durumu kanıksar ve baskının farkına bile varmaz.

Aile içi hiyerarşide çocuğun erki anne ve babasıdır, daha doğrusu sadece babasıdır. Bu hiyerarşik yapıda yer alan kişi ve/veya kişilerce alınanın karar doğrultusunda evlendirilen 14-15 yaşındaki kız çocuğuna toplumdan karşıt bir ses çıkmaz, çıksa da bunu doğuran koşulları ve evlilik kurumunu sorgulamazlar. Salt acıma duygusuyla vicdani bir karşı çıkıştır bu. Çünkü, otorite kavramı ile sorunları yoktur; ya birileri üzerinde kendilerinin de otoritesi mevcuttur ya da üzerlerindeki otoriter kişi veya kurumlardan korkuyorlardır. Bu hiyerarşi yaşam içinde kendisini her yerde gösterir. Kadının erki erkek, çocuğun erki yetişkin, işçinin erki patron, siyahın erki beyaz… Bu örnekler böyle sürer gider.

Adorno’nun da dediği gibi “Doğanın temsilcisi olarak kadın, burjuva toplumunda karşı konulmazlığın ve erksizliğin gizemli bir imgesine dönüştü. Hükmedenlerin gözünde kadın, doğayla uzlaşma yerine doğaya üstün gelmeyi koyan o boş yalanı yansıtır oldu.
Evlilik toplumun bu durumla başa çıkmasının orta yoludur: Erkinin kocası üzerinden dolayımlanmasıyla kadın erkten yoksun kalır.” Kadının toplumsal olarak erkekle eşitlenmesi ancak evlilik ile temeli atılan aile kurumunun yapısının değişimi ile gerçekleşecektir. Kadın, evlilik ve aile kurumunda kendisine biçilen roller içinde sıkışmış ve kendisine pranga vurulan paradigmanın buradan kaynaklandığını henüz anlamamıştır bile.

Elbette toplumsal bir devrim genel kurtuluşu sağlayacak koşulları yaratır fakat evliliğin ve ailenin yapısını eleştirip tartışmak da bu sürece dahildir ve süreci kısaltacaktır.

Sonuç olarak, kadının kurtuluşu erkinin egemenliğini alaşağı etmesiyle gelecektir. Erkeğin kadını tutsak ettiği aile kurumunu temelinden yıkacak veya değiştirip dönüştürecek bakış açısı geliştir(e)mediğimiz sürece yapacağımız tüm eylemler erkeğin tahakkümünü sürekli kılacaktır.

Cihan Ören

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu