Hava karardıktan sonra kadının sokağa çıkmasını ayıplayan da, yasaklayan da erkeğin kendisidir. Erkeğin bu ayıplamasındaki ve yasaklanmasındaki gerekçe kadının tacize uğrama riskidir. Ama ne gariptir ki bu tacizi gerçekleştiren yine erkeğin kendisidir. Tacizi gerçekleştiren, sokakları kadınlara tehlikeli hale getiren erkekler olduğuna göre, hava karardıktan sonra kadınların değil erkeklerin sokağa çıkması yasaklanmalıdır. Öyle değil mi?
Ama öyle olmuyor. Çünkü yine erkeğin gerekçeleri sıralanıyor: “her erkek aynı değil, sapık erkekler de var, sapık olmayını da.”
Bu ülke erkeklerinin hepsi kendisine göre en namuslu olanıdır. Tecavüz suçundan hüküm giymiş bir erkeğe sorsanız, o da kendisini en namusçu ilan edecektir. En büyük namusçuluk olayının psikolojisinde ise şu vardır; suçluluk. Yani kendinden bilme. Biraz daha açacak olursak kadının başına gelecek olanları kendisinden bilme.
Tıpkı bir babanın kızının erkek arkadaşına bakış açısı gibi. Çünkü baba kendisini kadını cinsel objeden ibaret gören bir erkek olarak gördüğünden kızının erkek arkadaşını da kendisi gibi görmeye meyillidir. Her erkek, erkeğin tecavüze meyilli olduğunu kendisinden bilir. Öyle değil midir? Daha ilköğretim dönemlerinde “pandik atma” oyunu oynadık. Daha o dönemde kadın bedenini aşağlayan küfürler ettik. İzlediğimiz porno filmlerde bir kadın nasıl “becerilir”, öğrendik. Sonra “milli” olmak adı altında geneleve giderek bir kadın üzerinde tepindik. Fazlasıyla doyumsuzduk, mahallemizden geçen kadınlara laf attık, sonuçta erkektik. Bir kadını nasıl “becerdiğimizi” anlatmak arkadaşlarımız arasında en gurur verici anlatımdı bizim için. Kadınlar bizim için fazlasıyla “duygusal aptal”dılar, “seks objesi”ydiler, sonrası “hizmetçi”ydiler. Zaten annemiz evde yemek yapıp ayağımıza çayımızı getirdiğine göre, bulaşıkları yıkayıp elbiselerimizi ütülediğine göre ve babamız da eve para getiren erkek olarak akşamları ayaklarını diğer koltuğa uzattığına göre kadın “…sonrası hizmetçi”ydi. Büyüyünce “bakire” arayışına çıktık. Heralde kendimize “namussuz” bir kadın alacak değildik. Bu arada küçük bir hatırlatma: kadınlara en çok kendi kocaları tecavüz eder bu ülkede.
Bu ve benzeri kafayla hiç sorgusuz-sualsiz tıpkı babalarımız gibi bugünlere geldik. Kadına çeşitli baskıları hep bu “suçluluk” duygusuyla yaptık. Bu suçluluk duygusu ve saldırılarımızın altında bu geçmişimiz, erilliğimiz yatmaktadır. Genel olarak ataerkil düzen. Özelde ise cinsel özgürlüğün çeşitli ahlaki değerler ve kurumsal baskılarla kısıtlanması vardır. ‘Sapıklık’ olarak adlandırılan herşey aslında bir baskılanmanın sonucudur.
Kadınların geceler sokağa çıkmasının ayıplanması bir ahlak olarak da yer edinmiştir toplumda. Bu yüzden “münasebetsiz” saatlerde sokağa çıkan kadının kendisi de “münasebetsiz”dir. Halk dilinde o kadın zaten “aranıyordur”. Hele ki kadın sıcak bir yaz akşamında şort veya etek giydiyse o kadına artık ne yapılsa yeridir!
Gerçekten de bu ülke sokaklarının çoğunda kadınların erkekler tarafından tacize uğrama oranı hava karardıktan sonra daha yüksektir. Bu ülke sokaklarına karanlık çöktüğünde kadının korkusu büyürken erkeğin cesareti artar. Çünkü karanlık gizliliğin alanıdır. Taciz ederken yakalanma, görülme riski daha azdır. Çoğu erkeğin bildiği gibi gündüz kurulan hayallerin geceleri gerçekleşmesi daha kolaydır, daha az tehlikelidir. Devreye giren ‘dış vicdan’dır. Dış vicdan ise ahlakçılığı savunan kişinin yapacağı ahlaksızlığı eğer kimse görmeyecekse vicdanının rahat olması durumudur.
Ezenler ile ezilenler arasında, isterse sınıflar, cinsiyetler, mezhepler, türler arasında olsun bir bakış farkı vardır. Olgulara herkes kendi açısından bakmaktadır. Fakat yine de egemen olanın bakış açısı ezilenlere de empoze edilir. Bu bakış açısı bir ahlak haline gelir, yasalaşır.
Ezilenler bu bakış açısına karşı kendi bakış açısını oluşturmalı, bunu temellendirmelidir. Eğer kadının geceleri tek başına sokağa çıkması ayıplanıyor veya yasaklanıyorsa buna karşı çıkılmalıdır. En başta denildiği gibi bu durumun da sorumlusu yine erkeklerdir. Ezenler gücünü devlet içinde örgütlenerek almış durumdalar. Ezilenlerin kendi içlerinde örgütlenerek buna karşı koymaktan öte yapacak başka birşeyi de olmamalıdır. Zira eşitliğin temelinde özgürlüğün yaşanması öncelikle ezilenlerin elindedir.
* Bu yazı fantezi olsun diye yazılmadı. Erkeklerin karanlık çöktüğünde sokakta yaptıklarından yola çıkarak bunun yüzeysel de olsa çözümlemesi yapılıp teşhir edilmek istenmiştir. Kadının baskılanmasında, ezilmesinde, ikinci cins görülmesinde, tecavüze,şiddete, katliama uğramasına dair -herkesin tecrübesiyle sabit olduğu gibi- binlerce örnek vardır. Hergün defalarca tecavüz ve katliam haberleriyle karşılaşıyoruz. Eğer çok dehşetli ve popüler olursa vicdanımız rahatlatmak ve kendimizi aklamak adına lanet ediyoruz, o kadar. Hepimiz ‘uzaktaki büyük suçun küçük ortakları’ olarak yaşanan tüm bu vahşetlerden sorumluyuz. Cinsiyetler arasında ezilen cins olan kadınları suçlamaya kimsenin hakkı yoktur. Eğer bir eksikleri var ise de bu eksik, erkek egemen sisteme karşı tam anlamıyla örgütlenememiş, dolayısıyla karşı çıkışlarında daha zayıf kalmalarıdır.
Baran Sarkisyan
Dünyalılar