Her kahramanın bir boyun eğeni vardır. Başka türlü kahraman olunmaz.
Büyük toplumsal değişim dönemleri, altüst edici karmaşık çalkalanmalarıyla, dışardan bakana sanki toplum bir fırtınada savruluyormuş gibi görünür. Bu dışardan bakanın gördüğü gözdür. Fırtınaya tutulmuş savrulmakta olan toplumun içindeki kişilerse çoğun içinde bulundukları hali bir kargaşa olarak yaşarlar. Kargaşa, tehdit edici belirsizlikleriyle korku verici ve yarın ne denli belirsizse o denli edilginleştiricidir de. Belirsizliğin tetiklediği korkular en edilgin, en çaresiz hallerine doğru geriletir kişiyi; çocukluğun güçsüzlüğüne.
Çocuğun güçsüzlüğü somut ve geçici bir durumdur içinde büyüme olanakları taşır. Tutunmak ister çocuk, bağlanmak ve bağlandığından yola çıkarak O gibi olmak. Ben yürüyemiyorum O yürüyebilir, ben yapamıyorum O yapabiliyor; O’nun gibi olursam O olursam ben “de” yapabilirim. Büyümenin en temel süreçlerinden biri olan özdeşim böylesi bir süreçtir çocuk için.
Sağlıklı koşullarda işlediğinde kendini yeniden üreten yapısıyla her kuşakta daha da zenginleşerek akıp gider. Çocuk her adımında kendi kahramanının özelliklerini, yetkinliklerini kazandıkça “kendi” olabilmeye ve kahramana gereksinim duymamaya başlar; “büyür”.
Toplumun karmaşaya sürüklendiği, bizatihi erişkin olmaları gerekenlerin çocuklaştıkları dönemlerde bıçak sırtı özdeşimler işlemeye başlar. O zamanlar otoriter, despot ve zalim liderlerin devri için şartlar olgunlaşmıştır. Toplum “kahramanını” doğurmak için kuluçkaya yatmaya başlar. Toplum, kendi yapamadıklarını yapabilecek güçlü, karizmatik, dokunulmaz, özel güçleri olan kahramanını kendi içinden doğurur. Kahraman, çoğunlukla tam da o doğum anına kadar sıradan ve özelliksizken, büyüsel bir şekilde birden üstün özelliklerle donanmış hale gelerek ortaya çıkar.
Çocuklaşan toplum doğurduğu kahramanını manevi/dinsel bir haleyle kuşatır, dokunulmazlaştırır. Artık her dediğinde bir özel anlam, her yaptığında gizli bir mucize olduğuna vehmedilmeye başlanır. Kahraman da bu halenin etkisi altına girer, Tanrılaştığını hissetmeye başlar.Kahramanla toplum arasında ortaya çıkan bu etkileşim faşizmin yuvalanıp, filizlendiği yatak haline gelir.
Kahramana tapınanlar aynı oranda öfke de duymaya başlarlar. Çünkü kahraman her eyleminde onların kahramandan almak istedikleri gücü kendine doğru çekmeye başlar. Kahramanla özdeşleşerek güç kazanacaklarını umanlar, tersine giderek daha çok bağımlı olduklarını ve edilginleştiklerini hissetmeye başlarlar. Bu süreçte iki uçludur. Bir yandan kahramanın zalimleşmesine ve zulmün kendilerine yönelmesine çanak tutarlarken diğer yandan kahramana karşı ölçüsüz bir kin biriktirmeye başlarlar. Zulümsever bir edilginlikle zulmedici bir zalimlik aynı anda işlemeye başlar.
Zalimin zulmüne boyuneğicilik şekil değiştirmeye başlar. Edilginleşen, giderek kendisi kahramana ne kadar ihtiyaç duyuyorsa kahramanın da ona aynı oranda bağımlı olduğunu ayrımsamaya başlar. Uyruksuz kahramanın bir hiç olacağını fark ettikçe biriken kin fışkırmaya başlar. Önce kahramanın yetkesini değil ama olağanüstü gücünü sorgulamaya başlar. “Hadi göster bana mucizeni, gücünü” der. Bu değişim kahramanı da korkutur, çünkü gerçekte kendinde olmayanın olduğunu kanıtlamasının istendiğini fark eder.
Kahraman kendini korumak için zulmünü artırır, zulme uğrayanların ise kinlerinin denetimsiz hale geldiği dönemler başlar. En kahraman olanlar en çok paçavralaştırılacak olanlardır.
Boşuna mı Zapatistaların liderinin kendini isimsizleşmesi, yüzünü kapayarak kahraman olmamaya çalışması.
Bir de bizim kahramanlara bakın. Daha önemlisi bir de bize bakın. Nasıl kahraman yapıyoruz düşünün.
Prof. Dr. Selçuk Candansayar