Akıllıca. Şahısların ve hadiselerin masallar aracılığıyla insan algısına yerleştirilmesi gerçekten dahiyane hareket. Gerçek hayatta kolaylıkla “deli” deyip kestirip atılacak kişiler, “saçma” deyip görmezden gelinecek olaylar ve durumlar masallarda mantığa oturabiliyor.
Masal seven bir toplumuz, hakikati seven bir toplum olmadığımız için. Lirik, şakacı, hayal gücünün doruklarında, romantik, saf kahramanları ise hemen benimseriz. İnsan doğası bu, kendinde olmayana, kendinden olmayana kurgu olursa merak sarar. Fakat “masaldır,” deyip geçmemek lazım. Felsefe, olanca hinliğiyle yerleşmiştir bu yazı biçimine.
Şimdi iki masal kahramanını alalım ve karşımıza oturtalım. Biliyoruz ki, ikisi de yalanı dolanı sevmiyor. Biliyoruz ki, ikisi de temiz kalpli. Ve biliyoruz ki, ikisi de kendi dünyalarında yapayalnızlar. Evet, birçok iyi ve kötü ile karşılaşıyorlar. Zor durumlardan kendilerini bir şekilde kurtarabilecek kadar da akıllılar. Ama bu yüzyılda, bu topraklarda onları yan yana koymak ne sonuç verirdi acaba?
Keloğlan, bir halk kahramanı olduğu için Alice’e deli gözüyle bakmaz mıydı? Kendisi dünya düzenine kafa tuttuğuna inandığından bu kızın derdi, çabası ona sığ ve yetersiz gelmez miydi? Ya Keloğlan’ın konuşmaları Alice’in zaten dağınık olan kafasını daha da karıştırmaz mıydı? Bu topraklara has mizah duygusu ile sarmalanmış delikanlı ile aslında evrensel felsefenin temelinde cirit atan genç kız nasıl anlaşabilirdi ki? Daha sade bir şekilde anlaşmak zorunda kalırlardı şimdilerde şüphesiz. Alışageldikleri masal dilinden ve ortamından çıktıklarında, mesela Taksim Meydanı’nda bir banka oturduklarında neleri konuşurlardı acaba?
– Evinden, sevdiklerinden, memleketinden ayrılmak nedir, bilir misin Alice Kız?
– Tabii bilirim Keloğlan. Ben de ayrıldım.
– Bir açıdan haklısın. Ama sen rüyalar görüyorsun. Ben yollara düştüm. İkisi arasında fark var.
– Ne fark var? Rüya olduklarını kim ispat edebilir? Benim için gerçek olmaları yeterli değil mi?
– Kafamı karıştırma. Ne bileyim, belki de ilaç tedavisine başlamalısın.
– Sen başlarsan ben de başlarım. Böylece ikimiz de bu olanları görmeyiz. Bizim dünyalarımız daha güzel, değil mi?
– Çok farklıyız be Alice Kız.
– Bu önemli mi? Sen de ben de kimseye, hiçbir canlıya zarar vermeden maceralar yaşadık.
– Elbette. Kıyılır mı hiç nefes alana? Sence cesur muyduk?
– Evet, bir bakıma.
– Ne fayda? Ben sevdiğime kavuşamıyorum ama bir türlü.
– Ben de sevdiğimi bulacak kadar büyüyemiyorum bir türlü.
– Kadersiziz.
– Bence böyle iyiyiz.
– Herkes kötü de bir biz mi iyiyiz Alice Kız?
– Ben iyi olduğumu düşünmüyorum. Sadece peşinden gidilecek bir şey, biri varsa arkasına takılmaktan kendimi alamıyorum.
– Hah, bu işte! Merak. Anam da başıma ne geldiyse meraktan geldiğini söylerdi.
– Ama soru sormadan yaşayabilir mi insan Keloğlan?
– Yaşayamaz, yaşamamalı. Ama yasa var, yasak var. Hele şimdilerde ne çok varlar.
– Bunlar önemli değil. Hareket etmeyi seçince hiçbirinin önemi yok.
– Seçim. Buralarda çok duyuyorum. Bunu önemsiyorlar belli ki.
– Ben de duydum. Tavşan da söyledi.
– Karışık buralar. Ben yine yoluma gideyim. Ama sana bir sorum var. Akıllı kızsın. Hayallerimiz ve korkularımız yüzünden mi meşhur olduk biz?
– Biz yaşadık. Yaşamaktan korkmadığımız için meşhur olduk. İnsanlar şimdilerde korkuyorlar.
– Çok ölüyorlar, ondandır.
– Evet, ölüyorlar.
– Beni bir ara Tavşan’la tanıştırmalısın.
– Başka bir dünyada neden olmasın?
Ayça Güçlüten
Dünyalılar