Kişiliğimiz aile, okul, askeriye vb. aracılığıyla ekiliyor, biçiliyor ve satılıyor. Ne kadar pahalıya gidersek o kadar mutlu ve başarılı oluyoruz.
Mülkiyetçilik yalnızca üretim araçları üzerinde değil, insanın iliklerine dek işlemiş durumda. Çünkü insan denilen varlık da toplumsal koşulların ürünü. Nasıl ki sistem gün geçtikçe tükenmekte, insan da öyle.
Gerçekten de insan mı mülke hükmediyordur yoksa mülk mü insana? Doktor, öğretmen, mühendis gibi sıfatlara-vasıflara sahip olmak kapitalist pazarda kendimizi daha pahalıya satmamıza araç değil midir? Bir işçiyi ele alalım: iyi bir üniversiteseden diploması olmadığı için emeğini daha ucuza satmak zorundadır. Fakat mühendis olursanız emeğinizi daha pahalıya satmakla kalmaz, kapitalist toplumun değer yargılarına göre daha saygın biri olursunuz. Yıkıcı olmayan her hizmetin anlamı çarkın şu veya bu dişlisi olmaktan öte değildir.
Kişiliğimiz aile, okul, askeriye vb. aracılığıyla ekiliyor, biçiliyor ve satılıyor. Ne kadar pahalıya gidersek o kadar mutlu ve başarılı oluyoruz.
Mülkiyetçiliğin kişide yarattığı davranış biçimleri hükmetme ve yönetme arzusu, üstünlük sağlama, kıskançlık, hasetçilik, kendisi dışında gelişen olaylara duyarsızlık, kurnazlık, histeri, paranoya, bencillik… Bunlar yalnızca karakteristik özellikler değil bir hastalık olan mülkiyetçiliğin dışa vurumlarıdır. Doğal olarak bu ilişkilere de yansıyarak güvensizliğin, samimiyetsizliğin, yalnızlığın ortamını hazırlamaktadır. Satın aldığınız bir dairede davetinize gelen bir misafirle en fazla ne kadar samimi bir ilişki kurabilirsiniz? Sonuçta ev sizindir ve bu sahiplik size o misafiri istediğiniz zaman kovma hakkını verir. Gün içerisinde kullandığımız dilde iyelik ekleri ne kadar çok… Benim arabam, benim evim, benim kocam, benim karım, benim fikrim ve dahası… Sahiplik artık bir varoluşsal bir durum haline gelmiştir. Ama başımızı iki elimiz arasına koyup biraz düşünürsek ne kadar çok şeye sahipsek kendimizi o kadar yalnız ve bencil olarak görürüz. Tabi düşüncelerimiz bir başka kişi veya kurum tarafından satın alınmamışsa.
Alışverişe dönen ilişkiler. Sonrası bunalım. Süreli bir yaşam içerisinde debelenip duruyoruz ‘küçük çıkarların büyük kurnazları’ olarak. Arzularımız, hayallerimiz hep kendimiz için. Başkaları için görünen dilekler bile vicdan rahatlatma gayesi dışına çıkmıyor.
Para olmadan birşey olmaz, para herşeydir diyorsak, kendimizi farkedilir-farkedilmez araçlarla satıyoruz demektir. Kimse kendine özgürüm demesin. Hükmetmek ya da hükmedilen olmak, her ikisi de tutsaklıktır. Özgürlük varolan zincirlerin kırılmasıyla başlayan bir süreçtir.
Baran Sarkisyan
Dünyalılar