Arka Bahçemiz

Köleleştirme Operasyonu

Gelişmesi Engellenen Toplum, Tümel Bir Köleleştirme Operasyonu Konusudur

dogan_kuban

Türkiye’de insanlara asılan eski yaftaların anlamı kalmadı. Nazım Hikmet’i hala dışlamanın nedeni sadece cehalet yoğunluğuna bağlı bir toplumsal ‘paranoia’ olabilir. Komünizm’in sadece adı ve kuramı kaldı. Komünist Çin’de bile yok. Ona karşın kapitalizm, özellikle cahil ülkelerde, en görkemli çağını yaşıyor.

Bizim gibi eski kuşaklar ‘Vatandaş yerli malı kullan!’ diyerek kimseye borçlanmadan biten bir bağımsız Cumhuriyet saltanatı gördü. O özgür Türkiye, arabalı, alışveriş merkezli, gökdelenli tüketim curcunasından daha insanca ve uygar bir toplumun ifadesiydi. Geçen gün Savaş Tepe Köy Enstitüsü mezunu bir eski öğretmenin, sade fakat insanlık dolu yaşamına ilişkin ‘Zeytin’in Teri’ adlı bir küçük hikaye okudum. Bir sevgili arkadaşım göndermiş. 1923-38, 1938-1950 ne kutlu ve mutlu ve ne insanca yıllarmış. İlk aşama kurucu, ikinci aşama Dünya Savaşından koruyucu olarak bizi bu güne gelene kadar yaşatan alt yapıyı ve uygar çağdaş iradeyi biçimlendirip yönlendirdi.

İkinci Dünya Savaşında Almanların parça parça ettikleri ve savaş sonrasında Rusların işgal ettikleri bir Türkiye düşündünüz mü hiç? İkinci Dünya Savaşından sonra doğanlar bunları bilmez. Akıllarına da getirmezler. Bugün ülkeyi yönettiklerini düşünenlerin de böyle bir tarih birikimi yok.

Liberal kapitalizm’le gelişmemişliğin birbirleriyle örtüşüp sarmaş dolaş oldukları bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizm dünyaya egemen zengin toplumların ekonomik sistemi olarak geri kalmış ülkelere ideolojik beyin yıkama, savaş, ekonomik baskı, o toplumların içindeki karşıtlıkları fitilleyip ve yerel ortaklar bularak yapılıyor. Avrupa ve Amerika tarafından yürütülen tek politika olarak neredeyse bütün dünyada geçerli.

CEHALETE DAYALI AYMAZLIK

Fakat bu yazımın amacı kapitalizm değil. Müslüman toplumların geri kalmasının temel nedeni olan cehalete dayalı toplumsal aymazlığın sürüp gitmesi. Son günlerde bunun aklı karıştıran örneklerini dinliyor, doğrusu Cumhuriyeti kuran kuşakların arta kalan üyesi olarak şaşırıyorum. Dünyayı tanıyorum, sanıyordum. Ama Türkiye’nin yeni düşünce yapısını bilmiyormuşum. Fakat bu denli bir kargaşalığı toplumun kendisi üretemez. Burada bir komplo var. Ne var ki bu komplo ülkeye özgü bir komplo değil. Çağdaş cehaletle kapitalizmin buluşmasından kaynaklanan evrensel bir komplo.

Sömürü, sistematik soygun, hırsızlık, ekonomik plansızlık, kurumsal yozlaşma, eğitim yozlaşması ve Batıya kölelik her ülkede bunun ayrılmaz görüntüleri.

Sadece Türkiye’ye özgü değil. Müslüman ülkelere, eğitim düzeyi düşük, yeni gelişen ve kentlileşemeyen ülkelere uygulanan, neredeyse klişeleşmiş sömürü kurguları. Uluslararası sömürü söyleminin yerelleşmiş versiyonu da yerli politikacıların ağzında. Dilden dile, kültürden kültüre, dinden dine değişiyor. Ama mekanizma aynı.

Bu evrensel dayatmanın konusu olan ve çoğunluğu Müslüman olan Yakın ve Ortadoğu ülkeleri fırtınanın ortasındalar. Bu bir uygarlaşamama çürümesidir. Çürümüş meyvanın daldan ne zaman düşeceği bilinmez. Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Sudan, Yemen ve şimdi Türkiye; bunlar dallarında çürüyen meyvelere benzemiyorlar mı? Ülkeler hep birlikte nasıl bu duruma düşüyorlar? Haydi ötekiler için nedenler bulalım. Türkiye onların arasında sağlıklı ve örnek bir ülke değil miydi? Bizi Huntington’un projeleri mi buraya getirdi?

 ŞANSIMIZI 1950’DE YİTİRDİK

Aslında İkinci Dünya Savaşı sonunda yeni bir dünya planlanırken Türkiye 1950’den önceki şansını Demokrat parti dönemiyle yitirmiş, Batının yeni Yakındoğu projesinin konusuna dönüşmüştü. Egemen Batının dayatmasının içeriğini, daha doğrusu dünyanın yeni yapılanmasının doğasını Türkler anlamadı. Uluslararası ilişkileri bir diplomasi oyunu, usta alışveriş anlaşmaları olarak gördük. Dünyanın yaşamsal, kökten bir yapısal değişiklik geçirdiğini, özellikle teknoloji, üretim ve öğretim arasındaki ilişkilerin önemini göremedik. Bütün değerlendirmeler politik dengeler ve parasal ölçülere dönüşünce, toplumun Cumhuriyetçi öğretisi ve eğitimi niteliğini yitirdi. Kuşkusuz Türkiye de bilinçli milyonlar var. Fakat ortalıkta cirit atanlar, Türkiye’yi Mısır, Irak, Suriye düzeyine düşürenlerdir.

Daha aydınlanmamış köylüler, sömürücü Batının sözde demokrasi perdesi altında manipüle ettiği şekilsiz kalabalıklar olarak kentlere doldu. Bugün dünya nüfusunun neredeyse ¼ ünü oluşturan Müslümanların haline bakıp bu mekanizmayı anlamayanlar İslam dünyasını yönetiyorsa, bunun sonu ‘Ört ki ölem!’ dir.

POLİTİKACILARIN DESTEKÇİLERİ

Toplumun gelişmesini engelleyenler sade politikacı değil. Aralarında para karşılığı yataklık yapanlar, cahil ideologlar, iş adamları, akademisyenler, her ipte yürüyen cambazlar var. Bunlar küresel bir oyunun bazen bağımsız, bazen akıntıya kapılmış fakat ayni mekanizma içinde işleyen öğeleri. Evrensel sömürü mekanizması sonsuz ortaklı bir anonim şirket gibi çalışıyor. İnsanların çoğunun ne geçmişten ne de gelecekten haberleri var. İster villa sahibi, ister çöplük sakini, ister CEO ya da minimum ücretli işçi ayni mekanizmanın organik üyesi oluyorlar.

Bu yaygın, karmaşık ekonomik ve politik olgular her toplumda farklılaşan bir intihar sendromu olabilir. Bilimsel analizi kolay değil.

Cahil toplumlarda sorun ideolojik değil. İslam’a politik ideoloji gözlüğü ile bakmak dinin karakterini değiştiriyor. Gerçi çok oynanan bir oyun. Fakat Müslümanı Hıristiyan ya da Yahudi ile savaşa zorlamak, intihar etmek demek. Sonunda Cihad Müslüman’ın Müslüman’ı kırmasına indirgendi. Halk namaz, oruç, hac dışında, ne İslam tarihi, ne fıkıh, ne kelam bilmiyor. Bu bağlamda okumuşla da bir nokta da buluşuyorlar. Çünkü toplumun okumuşu da İslam’ı bilmiyor.

İslam ideolojisi denen şey, cami-namaz teması üzerine kurulu siyasal egemenlik söylemine dönüştü. Bunun ekonomik alt yapısı Batılı sömürüye payandalık. Başka koşulu da yok. Çünkü küresel ekonomi üretim ve tüketime kilitlenmiş. Anahtarı Batıda. Üretemeyen, fakat tüketen ekonomik köle. Dışarıyı sömüremeyen de içeriyi sömürüyor.

Çağdaş yaşamın bu kadar basit parametrelere indirgenmiş olması acı. Ama cahilin tüketimi sanat ya da bilgiye değil, alış-veriş merkezindeki inci boncuğa dönük. Cahil toplumların oyuncakları otomobilden başlıyor. Bunun için yol ve enerji gerek. Bu, geri kalmış teknoloji olan inşaatı, Türkiye’de iyi bildiğimiz gibi, temel üretim etkinliğine dönüştürüyor. Üzerinden hırsızlık yapılabilecek en ilkel teknoloji. Her şey büyük bir uyum içinde sömürülen geri kalmışlık modeline uyuyor. Bu sistemin çalışması öğretimi bile tüketim üzerine kuruyor.

TEK ÇARE VAR

Bu durumun çaresi bir tane: Öğretim, üretim üzerine kurulacak. Bilim ve teknolojide araştırma, geliştirme ve yenilik gerek. Bunda Türkiye, İslam ülkeleri içinde ilerde, ama dünya listelerinde çok geride, (PİSA) istatistiklerine bakmak yetişiyor.

Batılılar bize ‘araştırma yapmayın’ demiyorlar. Ama lise düzeyinde üniversite açıp, eğitimi bir parasal olguya, bir tiyatro ya da orta oyununa çevirince, 2 yıl önce açılmış Üniversite mezunu en eski üniversite mezunlarıyla eş oluyor, uzmanlığın baş köşelerini işgal ediyor. Bu, sözde demokratik politikaya da uygun. Fakat ehliyetsizlik üretimi harekete getiremez. Kendimizi zehirliyoruz.

‘Geri Kalmışlık’, çağdaş teknoloji ve ekonomik sistemin cahil toplumlarda etkili olan virüsüdür. Amerika’ya giden İspanyolların taşıdıkları hastalıkların yerlileri yok etmesine benziyor. Cahil bir topluma teknoloji-kapitalizm karışımı şırınga edilince toplumu felç ediyor. Yerel kültür onu yanlış algılıyor. Modern teknoloji, otomobil, alış-veriş merkezi ve gökdelene indirgeniyor. Medyanın seçim propagandasını izlemek yeterli. Kısaca Batının her olayda komplo yapması gerekmiyor. Zaten hazırlanmış politik bataklığa cahil Müslümanlar kendiliğinden düşüyor.

Buna eskiden ‘Vay benim köse sakalım!’ denirdi.

Doğan Kuban

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu