Dünya küçülüyor, ülkeler önemini yitiriyor ya da dünyayı küçültenler, ülkeleri ele geçiriyor…
İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası düzeyde kurumsallaştırılan ve Yeni Dünya Düzeni denilen emperyalist politika, 1980’lerden sonra “küreselleşme” tanımıyla yoğunlaştırıldı ve dünyaya yayıldı. Girişimin öncüleri yapılanları; “tarihin sonu”, “sanayi ötesi toplumun kuruluşu”, “post-modern çağa geçiş” gibi tanımlarla kutsadılar; “çağın gereği” olan küreselleşmeye karşı çıkmanın tutuculuk olduğunu söylediler. İletişim ağının etkili gücüyle yoğun yaymaca yapıldı, insanlar üzerinde adeta düşünsel terör estirildi.
Günümüz Dünyası
Değişimin hızlandığı bir dünyada yaşıyoruz. İş yerlerinden okullara, kent merkezlerinden köylere, aile ilişkilerinden dostluklara dek toplumsal yaşamın her alanında; yeni değer yargıları, yeni yaşam biçimleri ve yeni karşıtlıklar ortaya çıkıyor. Ülkeler arasındaki yerel kültür ayrımları, tüketim alışkanlıkları, giyim kuşam biçimleri, kimilerine göre kaba bir ilkellikle, kimilerine göre evrensel bir boyutla birbirlerine yaklaşıyor. Dünya küçülüyor, ülkeler önemini yitiriyor ya da dünyayı küçültenler, ülkeleri ele geçiriyor… 21. Yüzyıla bu tartışmayla girildi.
Çıplak gözün gördüğü bir gerçek var; yerel hükumet yetkilileri, ayrıcalıklı bürokratlar, profesyonel siyasetçiler ulusal kimlikleriyle etkinliklerini yitirirken, şirket yöneticileri, gökdelen ofisleriyle aracılar, ‘para satan’ spekülatörler, film ve ses kayıt stüdyoları, gazete ve TV patronları, tanıtım (reklâm) şirketleri, kaçakçılar, mafya liderleri öne çıkıyor.
Küresel Kültür
‘Küresel kültür’ piyasalarının yarattığı yeni insan tipi, kendi ülkesine yabancılaşırken özendiği ülkelerce de kabul edilmiyor. Televizyonlar, CD ve bant kasetler, akıllı telefonlar, rock yıldızları, tişörtler gençler üzerinde, anne-baba ve öğretmenlerden daha etkili oluyor. New York’lu, Hong-Kong ya da Atina’lı gençler, tanışmadıkları yaşıtlarıyla, ailelerinden daha çok şey paylaşır durumdalar. Aynı ürünlere ilgi duyuyorlar, aynı filmlere gidiyorlar, aynı müziği dinliyorlar.
Cola tanıtımları, kendine özgü biçimiyle, dünyanın hemen tüm ülkelerinde aynı anda yerel seslendirmelerle gösterime giriyor. Küresel şirket malları, değişik kentlerde aynı vitrin düzenlemeleriyle satışa sunuluyor. Biraz para kazanan ailelerin yaşam biçimleri, yerel zevkleri, toplumsal ilişkileri başkalaşıyor. Los Angeles, Seul ya da İstanbul’daki aile arabaları, elektronikli ev aletleri, mutfakları ve içki dolapları birbirine benzemeye başlıyor.
Dünyanın her yerindeki şirket yöneticileri, kolay varsıllaşan politikacılar sözleşmişçesine, Ferragamo takım elbiseler, Christian Dior gömlekler, Gold Cross kalemler ve Rolex saatler kullanarak birbirlerine benziyor. Bu markaları kullananlar kendilerini ayrıcalıklı görerek mutlu oluyor.
Güneydoğu Asya’da, Afrika’da ya da Güney Amerika’da, uluslararası bankaların kredi kartlarını taşıyan görgüsüz orta gelirliler ya da cüzdanının her bölümüne hesabında para olmasa da birer kredi kartı koyan; Türk, Yunanlı ya da Kenya’lı memur, büro elemanı ya da işsiz gençlerin sayıları artıyor. Nike, Lewis ya da Beretta’ndan giyinmek, gereksinimden çok kişilik kanıtı haline geliyor. Derine inen bir kültürel yabancılaşma yaşanıyor.
“Para Kazan Ya Da Öl”
Uluslararası pazarlamacılar ya da tanıtım şirketi uzmanları, “Laboratuvar faresinden sonra en çok araştırılan memeli” konumuna getirdiği insanı, aile-kent-ülke etkilerinden koparıp “aptallaştırılmış küresel tüketiciler” durumuna sokmak için her yolu deniyor. Hizmetinde oldukları dünya düzeni, onlara amaçları yönünde çeşitli olanaklar sunuyor. “Para kazan ya da öl” anlayışını, şirket yöneticilerinden daha köklü biçimde savunan hükumet yetkilileri ortaya çıkıyor. Bunlar, yerel ülke sorunlarını, uluslararası finans örgütlerinin küresel reçeteleriyle çözeceklerini sanıyor. Ancak büyüyen yeni sorunlar ortaya çıkıyor.
Eskiden dünya savaşlarıyla değiştirilen ülke sınırları, bugün uluslararası anlaşmalarla ‘barış içinde’ yenileniyor. Bölünmek isteyenlere özgürlük, istemeyenlere çok yönlü baskı günün ‘demokratik’ modası. Ulus devletlerin merkezi otoritesi güç yitiriyor. Yerel yönetimlere yetki devri, yeni bir yönetim seçeneği olarak öneriliyor, federatif yapılanmalardan her geçen gün daha çok söz ediliyor.
Küreselleşmenin Öncüleri: Uluslararası Şirketler
Küreselleşmenin öncülüğünü, sayıları birkaç yüzü bulan büyük uluslararası şirket yapıyor. Onlar sorunun gerçek sahipleri. Elinde satılacak malı olanlar doğal olarak dünya ticaretinin kurmaylığını yapıyor. Yeryüzündeki satılabilir ürünlerin beşte dördü gelişkin uluslara ait şirketlerin elinde.
Ekonomiye yön verenler siyaseti de belirliyor. Savaşlara karar verenler hükümet yetkilileri ancak bu görünüşte böyle. Gerçek belirleyici şirket çıkarları. Bu çıkarlar, üst düzey teknolojik donanımla; ulusal sınır, ideoloji, ırk, dil, din tanımadan dünyanın her yerinde savunuluyor. ‘Herhangi bir yerde üretip, her yerde satmanın’ önünde engel oluşturabilecek hiçbir girişime izin verilmiyor. Küresel ürünlerin; ülkelere, kent varoşlarına hatta köylere dek girmenin, en ucuz ve güvenilir yolu bulunuyor.
Dünyanın her yerine yayılan denetlenmesi olanaksız dev şirketler; üretimden eğitime, iletişimden sosyal yardıma, tüketimden kültüre dek toplumsal yaşamın her alanında etkilerini arttırıyor. Şirket bütçeleri birçok ülkenin devlet bütçesini aşmış durumda. Ford’un ekonomik gücü, Suudi Arabistan ve Norveç’in kinden daha büyük. Philip Morris’in cirosu Yeni Zelanda’nın ulusal gelirinden daha çok. Önceleri ülke pazarlarına yerel yasalara uyularak giriliyordu. Çalışma koşullarını artık yerel yasalar değil uluslararası anlaşmalar belirliyor. “Olduğun yerde üret, uzaklara sat”, yerini; “gittiğin yerde üret, çevresine sat” anlayışına bırakıyor. Şirket yatırımları denizaşırı ülkelere taşınıyor.1
Dünya ticaret hacminin büyümesine karşın yoksul ülkeler daha çok yoksullaşıyor. Oyunun kuralını koyanlar sonucu da belirliyor. Sonucu belli bu oyunun bilisiz (cahil) oyuncuları durumuna getirilen insanlar; doğup büyüdükleri yerlerden, akraba ve çocuklarından koparak ülkelerarası kitlesel göçlere katılıyor. Küresel sermaye yoksul ülkelere giderken, bu ülke insanları varsıl ülkelere göç ediyor.
“Kumarhane Ekonomisi”
Dünyadaki 6 milyarı aşkın insandan üçte ikisinin, alışveriş yapacak parası ve kredisinin olmadığı söyleniyor. İnsanların büyük çoğunluğu, yalnızca vitrinlere bakmakla yetiniyor. Yoksulluk yalnızca azgelişmiş ülkelerde değil, gelişmişlerde de yayılmakta.
Sermaye dışsatımı (ihracı), üretimsizliğe, üretimsizlik yeni toplumsal sorunlara yol açıyor. Üretimden para kazanmak yerine, parayla para kazanmak geçerli eğilim. Uluslararası para piyasalarında, döviz işlemleri, bonolar, master cardlar, “paranın yeniden paketlenip satılması” için olağanüstü becerikli araçlar haline getiriliyor.
Günün 24 saati trilyonlarca Dolar, dünyanın belli başlı döviz piyasalarında, saniyenin binde biri oranında hızlarla dönüp duruyor. Bu dolaşımda para, kendisini iyi kullanan sahibine büyük bir bağlılıkla, çekincesiz ve emeksiz yeni paralar getiriyor. John Maynard Keynes’in öngördüğü “kumarhane ekonomisi” dünyanın en etkin gücü durumuna geliyor.
Yaşanan Gerçekler
İnsanlar ve ülkeler arası ilişkilerin önceki dönemlere göre daha sıkı ve daha yaygın duruma gelmiş olması, geleceğe yönelik yeni sav ve düşleri ortaya çıkarıyor. Yaşanılan hızlı değişimin kısa dönemli sonuçlarındaki köktenci görünüm, kimilerince, yeni bir çağa geçişin coşku verici öncülü olarak algılanıyor.
Onlara göre; “İnsanlık aslına dönüyor”, güçle sağlanmaya çalışılan eşitlik anlayışı, yerini insanların kişisel yetenek ve becerileriyle niteliklerini gösterebilecekleri özgür dünyaya bırakıyor. Serbest ticaret insanları, insanlar da serbest ticareti geliştiriyor ve bu girişimde ülkelerin tümü yer alıyor. Yaratılan bolluk ve varsıllıktan, ona sahip olmayı isteyen herkes, çabası ve katılımı oranında pay alıyor. Dünya küçülüyor ve küreselleşiyor… Dünyanın gidişinden hoşnut olanlar bunları söylüyor.
Ancak, yaşanılan gerçekler söylenenlere pek uymuyor. Dünya, bol sermayeli yatırımcılar, borsa simsarları, banka yöneticileri ve kara para milyarderleri için küçülüyor ancak dünya üzerinde yaşayanların dörtte üçü için hâlâ çok büyük.
Küçülmenin “kuramını” oluşturanlar, “global entegrasyon” ve “bütünleşmiş pazarlardan ”söz ediyor ancak güçlü-güçsüz, varsıl-yoksul ayrımı artarak sürüyor. Dünya küçülüyor ancak bütünleşemiyor. Ülkelerdeki ekonomik uygulamalar küresel ağa bağlandıkça; uluslar, bölgeler ve kentler birbirlerinden uzaklaşıyor. Küresel ekonomi siyasi ve toplumsal dağılmayı hızlandırıyor. Yerleşik kavramlar, kültürel birikim ve yerel toplum bağları zorlanıyor. İnsanlar kimliklerini yitiriyor, kendi yaşam çevresine yabancılaşıyor.
Kitlesel Göç
Küreselleşme uygulamaları arttıkça yasadışı kitlesel göçler yayılıyor. Yoksul yörelerde kendini ve ailesini besleyemeyen milyonlarca insan; doğduğu topraklardan, yerleşik alışkanlıklarından ve kimliklerinden koparak dünyanın her yerine dağılıyor. Yüzyıl başında, yoksul Avrupalılar Amerika’ya; yüzyıl ortalarında, Kuzey Afrikalılar ve Ortadoğulular Batı Avrupa’ya göç etti. Şimdi ise dünyanın her yerinden varsıl ülkelere doğru küresel bir göç yaşanıyor. Gittikleri yerlerde onları; yasadışı çalışma koşulları, güvencesiz önemsiz işler ve sınırdaşı işlemleri bekliyor.
Bir başka ilginç göç sanayileşmiş ülkelerde yaşanıyor. Yatırım sermayesi ve fabrikalar denizaşırı ülkelere göç ederken, büyük kentlerde işsiz kalan işçiler başka yörelere taşınıyor. Avrupa Birliği ülkelerinde süreğen (kronik) duruma gelmiş işsizlik ortalama yüzde 10,3. Bu oran İspanya’da yüzde 19.2 ABD’nin de çalışabilir yaştaki 20 milyondan çok insan işsiz. Detroit, kent nüfusunun yüzde 19’unu; St Louis, yüzde 27’sini, Buffalo, yüzde 23’ünü yitirmiş.3
Küreselleşme, dünyanın değişik ülkelerinde, kentlerin ayrıcalıklı semtlerinde yaşayan az sayıdaki insana büyük varsıllık getirmiştir. Ancak, geri kalan büyük çoğunluk ezici bir yoksulluk içinde yaşıyor. Ülkelerin ekonomik varlığına olduğu kadar, yaşama anlam kazandıran benlik duygusuna ve kültürel değerlere de saldırılıyor. Ancak, bu olumsuz gidişe tepkiler oluşmaya başlıyor. Kendi sorunlarını kendilerinin çözmesine izin verilmeyen insanlar, yavaş yavaş yüzyıl başındaki üçüncü kuşak büyükleri gibi dirençli bir tepkisel tavır içine giriyor. 21. Yüzyıldaki politik çatışmanın temelini, “Küreselleşme güçleriyle, kendi toplumunu koruma ve yeniden tanımlama” güçleri arasındaki savaşım oluşturacak. Evrensel boyutta sürecek bu savaşımın belirleyici öğesi ise, yine ulusal kurtuluş devinimleriyle emperyalizm arasındaki çelişkinin çözümü olacak.
Metin Aydoğan
DİPNOTLAR
1 “Küresel Düşler”, Richard J.Barnet, John Cavanagh, Sabah Kit., İst.-1995, sf.1-2
2 Luis S.Richman Fortuna 9 Nisan 1990, ak. a.g.e. sf.231
3 “Baryy Blueston e Review of Black Politikal Economy” Eylül-Aralık 1988, ak. a.g.e. sf.231
Dünyalılar