Mağaramda çıplak bedenimin çıplak gözleriyle sokakta kimi canhıraş kimi durağan kimi de avare avare dolaşan şeyleri gözetliyorum. Sanki sokakta insanlar değil de insana benzer şeyler yürüyor. Mesela bir parfüm kokusu ve kırmızılı çift bir topuklu ayakkabı yürüyor, onu arkasından rayban gözlükler takip ediyor. Biraz daha ileride buradan çok seçilmese de gömlek ve pantolonlar yürüyor. Durakta bir bluz ve etek bekliyor. Onun yanında bir duman tütüyor sigaradan. Ah bir de yağmur yağmayı görsün, her yer koşaradım şemsiye…
Camları zangırdatan şu sesler de yok mu! Demokrasi adına tekerlekli araçlar dolaşmaya başladı bugünlerde. Ben yönetilmek istemiyorum ki, niye şunu yapacağız, bunu yapacağız, öyleyse bize oy verin diyorlar ki. O seçim araçlarının içerisinde insan olup olmadığından da şüpheliyim hem. Penceremden sadece minaresi görünen camiden ezanın kayıttan hoparlöre verilen 5 vakit sesi gibi bişey. Her ikisine de inanmıyorum ben. Bu sesleri duymamak için penceremi kapatmak zorunda kalıyorum. İçerde de boğulmak zorunda kaldığım için nefret ediyorum.
Bu sokakta nefes alan bir canlı yok galiba. Bitki yok örneğin; üzerine asfalt, kaldırım ve bina döşemişler. Ama kedileri ve köpekleri görüyor ve seviyorum; çünkü varlar, çünkü çıplaklar, çünkü tedirginler, çünkü etekli ve pantolonlular arasında yaşamak zorunda kaldıklarını biliyorlar. Seviniyor ve üzülüyorum onları gördükçe. O kedi ve köpekleri de giydirip kendinize benzetmeyin lütfen.
Ben mağaramdan çıkmak istemiyorum. Çünkü tek çıplak kalabildiğim, kendime tek dürüst olabildiğim, bilincimi tek açık bırakabildiğim yer burası. Mağaramdan çıktığımda ben de gömlek ve tişörtten ibaret olacağım için çıkmak istemiyorum. Çıkmak zorunda kalacağım yine. Hatta kahkahalar savuracağım, hem ağlayabilirim de. Bana dostum diyenler olacak, düşmanım diyenler olacak, şöyleyken böyle diyenler olacak, anlayacağım, kendimi kandıracağım ben de, tıpkı o yürüyen ayakkabılar, ceketler, kravatlar gibi.
Bir de iki üç fikirin birbirine yakışması suç imiş. Çünkü ortaya örgüt çıkıyormuş. Yani flama ve bayraklar. Ama mesela bir etek ile diğer pantolon birbirine yakışabilir, hatta etek ile pantolon birbirine sürtünebilir. Bu serbest.
Ben bunları düşünüyor ve yazabiliyorum ama ilginç bir çelişkideyim. Aslında farketmiş olmalısınız. Ama önce tülbentli büyükannemin vasiyeti olarak algıladığım bir anımı anlatmam gerekiyor. Büyükannem günün çoğunluğunu televizyondan türk filmi izleyerek geçirirdi. İzlerken hep şaşardı. Ne yani diyordu, bu bıyıklı adam geçen gün tabancayla ölmemiş miydi? Herkes gülerdi bu yüzden ona. Ben de gülerdim. Ama artık gülmüyorum. O aptal kutuyu izlemiyorum artık ben de.
Ama masaüstü bilgisayar kullanıyorum. MASAÜSTÜ. Yani masanın üstü. Masanın üstüne bilgisayarın uygunca konumlandırılmış hali. Sandalye üstünde de ben oturuyorum. SANDALYEÜSTÜ. Yani sandalyenin üstü. Sandalye üstüne kıçımın uygunca konumlandırılmış hali. Ben bu benzerliğe gerçekten şaşıyorum. Ha masaüstü ha sandalyeüstü ha dizüstü. Sarhoş edilmiş bilincimin kablolarını şu an bilgisayara bağladım. Bilgisayarın kablolarını da elektrik prizine. Birbirimize sıkı sıkıya bağlanmanın garip hali. Kızarken mönitörün başına vurabiliyorum, severken fareyi okşayabiliyorum. Aslında dileğim şu ki bir gün ben bu bilgisayara tekme atmak istiyorum. Ama taksidi bitmedi ki, bir bitsin hele…
Aslında anlatacak daha çok şeyim var ama yoruldum. Biliyorum, sizin de gözlükleriniz ve ojeleriniz yoruldu. Tüm etekli ve pantolonlulara teknolojiyle yozlaşmış mağaramdam sevgilerimi gönderiyorum. (kalp sembolü)
Baran Sarkisyan
Dünyalılar