Benim içimde başka bir dünya var; atlarla insanlar yan yana, çocuklarla kuşlar bir aradalar ve benim, Meryem`in resim defterlerinde barış ve emek, vicdan ve özgürlük, aşk ve direniş, bütün güzellikler iç içe… Bugün de haftalığımdan on dört lira kesileceğini öğrenerek ayrıldım günde on iki saat kasiyer olarak çalıştığım marketten. “Sen çok safsın Meryem” dedi patron; “müşteriden almadığın o beş kuruşlar, on kuruşlar sana pahalıya patlıyor!” Bizim buralar emekçi mahalleleridir; baştan sona yoksul haneler vardır bu mahallelerde. Beş kuruş, on kuruş neyse, o güzelim çocuklarda elli kuruş, bir lira olmuyor bazen ve ben gizlice kendi paramdan koyuyorum kasaya. Aldıkları da ucuzundan bir paket bisküvi, çikolata, şeker…
Eve yorgun argın geliyorum; babam içmişse beni dövmesi için bir bahane aramasına gerek yok zaten. Annemin de bana bağırması için bir bahane bulmasına gerek yok benden önce dayak yemişse babamdan! Altı kardeşim var ve en büyükleri benim. Yirmi yaşındayım; on sekiz yaşındaki benden bir sonra gelen kardeşim de dahil olmak üzere hepsinin annesi ve babasıyım. Eğer ki babam, beni değil de kardeşlerimden birini dövmeye niyetlenmişse, buna izin vermiyorum kesinlikle. “Bunun üstesinden nasıl geliyorsun?” diyeceksiniz; kardeşlerimin yerine de dayak yiyorum…
Ev işlerinin yanı sıra, çarpanlara ayırmayı, kompozisyon yazmayı, patates baskısı yapmayı ve aşk acısı çeken on üç yaşındaki kardeşimi de teselli etmeyi bilmek zorundayım. Ben bütün kardeşlerimi çok seviyorum; keşke yalnızca ablaları olabilseydim…
Benim bir sürü resim defterim var biliyor musunuz? Herkes yatınca ben de yatmak zorundayım. El fenerimi alarak yatağıma uzanıp yorganın altına giriyorum ve fenerimi açıyorum. Boya kalemlerimle resimler yapıyorum resim defterime. Acemice resimler; atları resmediyorum en çok, sonra kuşları ve çocukları… Tuvalim olsun isterdim; daha farklı boyalarla resimler yapmak isterdim… Bu dileğim gerçekleşse bile babam o tuvali parçalar; annem de boyalarımı çöp kutusuna boşaltır…
Resim yapmak bir tutku benim için; ressam olamayacağımı biliyorum. Hatta belki de resim yapma yeteneğim bile yok; olsun, resim yapmayı seviyorum ben. Boyalar ve renkler özgürlüğüm benim ve ben sanki resim defterine değil de tuvale resim yapıyormuşum gibi düşlüyorum kendimi; on ikili boya kalemi takımımla değil de, yağlı boyayla resim yapıyormuşum gibi…
Burası Yozgat`ın ilçesi; nasıl başarırım bilmiyorum ama Ankara`ya gitmek istiyorum. Resim sergileri çok oluyormuş Ankara`da. Bir gün, sabahın erkeninde Ankara`da olacağım; ilk ben katılacağım sergiye ve akşam sergi salonu kapanana kadar çıkmayacağım oradan. Çok isterdim metropollerden birinde yaşamayı; Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya… Gerçi oralarda yaşasam ve ailemle beraber olsam, bir sergiye gitmeme izin vermezdi babam. Ben yine de bir yolunu bulur gidermişim gibi geliyor bana…
Diyeceksiniz ki, “senin resim yaptığını hiç mi bilmiyorlar?” Biliyorlar elbette; ama ilkokul öğrencilerinin kullandığı resim defterine boya kalemleriyle resimler yapınca, bunun nispeten hoş görülebilir bir heves olduğuna kanaat getiriyorlar. İşin içine tuval girerse, yağlı boya girerse, ben öldüm…
İnternete giremiyorum hiç; evde bilgisayar yok ve birkaç arkadaşıma da gidince, onların girdikleri oyun sitelerinden, fal sitelerinden sıra gelmiyor resimle ilgili teknik bilgiler öğrenmeme. Resim defterlerimi aldığım bakkal çok incitti beni geçende; “sen resme meraklısın, soyut resim nasıl oluyor?” diye sordu. Şaşırdım önce, içinde “soyut resim” geçen bir cümle kurulması çok hoştu…Sustum… “Bilmiyor musun?” dedi. Dedim, “ben de emin değilim, nasıl anlatsam, at çizmiyorsun da, hani bir şeye üzülmüşündür, kendini yalnız hissediyorsundur, hani börtü böceğin resmini yapmıyorsun ama ruhundaki yorgunluğu resmediyorsun…” Baktı bana uzunca, güldü kibirli bir edayla ve “bilmiyorsun bu işleri!” dedi alaycı bir ses tonuyla. Soyut resimle ilgili, hatta genel olarak resimle ilgili hiçbir fikri olmadığını hissettim o anda ve çoğu insanın tutku`dan, emek`ten, aşk`tan bu denli uzak düşmesi acizliktir bana göre.
Babam dün akşam beni çağırdı yanına, “Meryem, resim defterini getir” dedi. Uzattım defteri babama, tir tir titriyorum. Başladı sayfaları çevirmeye; “at resimleri yapmışsın ama olmamış!” dedi, “kuş resimleri yapmışsın ama benzememiş bunlar kuşa! ” dedi, “çoluk çocuk resimleri yapacağına evlen de çoluk çocuğa karış! “ dedi. Sonra bir sayfaya geldi, durdu, “bu ne lan!” dedi, baktım resme, “kalemler körelmişti, açtım kalemtıraşla, öyle kontrol ettim çizittirip” dedim. “Hee” dedi. Bir müşteri beni çok üzmüştü o gün, yazarkasada bir sorun çıkınca, kısa bir süre fişini veremedim diye hemen hakaret etmişti bana… Gücüme gitmişti çok; eve gelip yatma vaktinde üzüntümü anlatmıştım bu resimle. “Soyut resim” diyecek halim yok ya babama!
Yeri geliyor, yirmi kiloluk, otuz kiloluk kolileri de taşımak zorunda kalıyorum markette; ben kendim kırk sekiz kiloyum zaten. Ayaklarım ve belim çok sızlıyor. Müşteriler çok incitici olabiliyor bazen; babamı geçtim, annem bile kıyabiliyor bana… Annemi anlıyorum gerçi, yaşadığı travma hiç kolay değil; babam az çektirmiyor anneme… Kardeşlerimi de anlıyorum ve üzülmesinler diye nelere katlanıyorum….Ama ya ben? Beni kim anlayacak…
Hiç aşık olmadım. Eğer ki bir sevgilim olursa, evlenirsem, o adam tuvalde resim yapmama, türlü çeşitli boyalar almama karışmamalı. Resim defterleri yetmiyor bana artık; boya kalemleri bastıramıyor içimdeki çığlığı. Ne bileyim, belki de hiç tuvalim olmayacak, belki de param yetmeyecek dilediğim boyaları almaya… Benim içimde başka bir dünya var; atlarla insanlar yan yana, çocuklarla kuşlar bir aradalar ve benim, Meryem`in resim defterlerinde barış ve emek, vicdan ve özgürlük, aşk ve direniş, bütün güzellikler iç içe…
Ağlıyorum şimdi; resim defterlerimde küçücük bir ıslaklık…
Ergür Altan
erguraltan@gmail.com