Tarih 15 Temmuz 2013; Başbakan’ın yaptığı “milli aşı” bulma çağrısı dolayısıyla TÜBİTAK öncelikli destek alanları hibe programı içerisine bir anda bu konuyu da aldı. Açılan hibe programında kızamık, kabakulak, kuduz, kırım-kongo gibi hastalıklara tamamen yerli olanak ve imkanlarla aşılar bulunmasına yönelik destek verileceği açıklandı. 1003 Öncelikli Destek Alanları kapsamına giren bu programda projeler hangi konuda olursa olsun en fazla 36 ay süreli, bütçeler ise en fazla 2.5 milyon lira olabiliyor.
Hedefin sadece bir aşı geliştirmek olmadığı, geliştirilecek aşının ithal edilenden çok daha verimli sonuçlar getirmesini beklediğimiz bir ortamda durumun garipliği ortaya çıkıyor. Aşı, hem milli olacak hem ithal edilenden iyi sonuçlar verecek hem 36 ayda ve en fazla 2.5 milyon bütçeyle bulunacak hem de bu zaman içerisinde testleri yapılıp verimliliği kanıtlanacak…
Halbuki bilim sabır ister, Ar-Ge araştırmaları için komik zaman sınırları ve bütçeler konulmaz. Bilimde bir yola baş konulduysa giden zamanın ve paranın hesabı tutulmaz.
Tarih 19 Temmuz 2013; Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar, helal kandan helal ilaç üretme projesini açıkladı. Özellikle anemi ilaçlarının kan bazlı olmasından yola çıkarak bu ilaçların, domuz eti yediği için damarlarında haram dolaşan gavurların kanından değil damarlarında helal dolaşan müslüman kanından yapılmasının herkesin yararına olacağını ilan etti Kızılay Başkanı. Ve ekledi, tabi ki zaruri durumlarda haram kullanmak günah değildir… Yani mesela zaten neredeyse tamamını yabancılara sattığımız tatil beldelerinin birinde ağır bir trafik kazası geçirdiysek ve şiddetli kan kaybederken eğer bir İngiliz’in kanıyla kurtulduysak rahat olabiliriz!.. Bu şekilde hayatta kalmamız günah olmuyor.
Halbuki bilim bu tip paranoyalarla uğraşır mı diye soralım kendimize!.. Nerede bilimin evrenselliği? Hedefin “insanlık için” ilaç üretmek olduğu bir alanda bizim derdimiz milli aşı, helal kan olursa zerre yol almak mümkün mü?!
Tarih 6 Ağustos 2013; Başbakan’ın konuşmasını ve TÜBİTAK’ın açtığı çağrıyı bir kenara koyan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar; konum itibariyle Türkiye’den icat, buluş çıkmayacağını, bizim ara eleman yetiştiren bir ülke olma yoluna gitmeyi tercih etmemizin en doğrusu olacağını söyledi. Ve ekledi; insanlarımızı daha iyi yetiştirmek zorundayız ama öyle “kalem efendisi” değil, bizde o zeka, o kök var…
Kısaca diyor ki bakanımız; büyük düşünmeyin, aklınızı buluşla, icatla da bozmayın ve iddiasız bir ara eleman olun!.. Nerede milli aşı, nerede Türklüğün gururu, inadı ve azmi?!
Halbuki bilimsel araştırma vazgeçmeyi kaldırmaz, düşünce bile eskisinden daha büyük bir hırsla sarılmayı gerektirir; biz bunu yapamıyoruz, icat bizim neyimize demek devletin tepesinden gelirse yol almak mümkün mü?!
Tarih 8-9 Ağustos 2013; Önce Başbakan’ın “Eyy Nobel!” seslenişi ardından da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Richard Dawkins ile girdiği münakaşa… Pozitif bilimlerde Nobel’in veya muhtemelen adını bile duymadıkları matematikte verilen Field Madalyası’nın taraflı bir biçimde verilebileceğini düşünmek, bu işlerde entrika var demek ancak kaybedenlerin yapacağı bir iştir.
Halbuki bilim evrenseldir ve güzelliği de buradadır; temel bilimlerde Nobel’i hak etmiş bir çalışmayı herkes görür ve yapılan bir haksızlığa karşı herkes savaşır.
Burada asıl soru Nobel ödülünün taraflı şekilde verilip verilmediği ve olası entrikalar üzerine olmamalı; basit bir şekilde şu soruyu sorup durumu net bir şekilde görebiliriz:
“Temel bilimlerin herhangi bir alanında Nobel ödülünü hak etmesine rağmen alamayan ve durumdan şikayeti olan müslüman bir bilim adamı duyduk mu?”
Cevap belli…
Bu yüzden mazeret üretmeyi bırakalım ve bir kez olsun kaygılardan, komplekslerden uzak sadece çalışmayı deneyelim!.. Bakalım o zaman ne olacak hep birlikte görelim.
Peki çalışalım ama neye çalışalım;
Tarih 27 Mayıs 2013; TÜBİTAK Bilim Fuarları Destekleme Programı altında 5-12. sınıflarda okuyan öğrencilerin katıldığı bir proje sergisi düzenleniyor ve projeler İl Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından onaylanıp öyle sergileniyor. TÜBİTAK’ın devamında destek vermeyi düşündüğü projelerden birisi “Canların Gıdası Kur’an-ı Kerim Projesi”. Daha önce defalarca deneyi yapılmış ve herkesin bildiği bir konu olan ses titreşimlerinin bitkilerin büyümesini hızlandırdığı gerçeğini tamamen amaca yönelik bir düzenek kurup Kur’an mucizesi diye piyasaya sürmek her şeyden önce dine hakarettir.
Halbuki bilim, mutlak doğruyu bulma üzerine kuruludur; amaca yönelik bir düzenek kurup bulmak istediğiniz şeyi zorla ortaya çıkartmak için değil.
Tarih 1 Aralık 2011; Hem helal kan peşinde koşan Kızılay Başkanı’na hem bizden icat çıkmaz diyen bakanımıza hem icat bekleyen başbakanımıza hem de “keşfiyle” TÜBİTAK desteği almış genç İmam Hatip liseli kardeşimize en güzel örneği tam da bizden konum gereği icat beklemeyin diyen Trabzon’lu bakanımızın memleketinin komşusu olan Rize’de yaşayan 80 yaşındaki Bilal Atasoy veriyor.
Bilal Atasoy, bir dağın tepesine tamamen çelik halatlarla tutundurup kendi çabasıyla kurduğu; ölçümlerini, planını tamamen kendi başına yaptığı evi ve rüzgarda dönen çardağını nasıl yaptığını soranlara şu cevabı veriyor:
“Mimar da mühendis de benim. Aklıma gelir, hemen yaparım. İnşaat sırasında baktım ki olmuyor, projeyi değiştiririm”
80 yaşında ve Rize’de kendi yaptığı bir dağ evinde yaşayan Bilal Atasoy’un sadece bu ifadesiyle bilimsel düşünce adına her şeyi temsil etmesi ve devleti yönetenlerin dahi açıkça önünde olması bile Richard Dawkins’in söylediğini açıklar nitelikte değil midir?!..
Bilim, milli olması veya helal olması için yapılmaz; bilim adamı, bizden icat çıkmaz denilerek veya sahte buluşlara destek verilerek yetiştirilmez.
Bilim, Bilal Dede’nin yaptığı şekilde serbest düşünerek, aklına geldiğinde kendini frenlemeyerek ancak yanlışını gördüğünde de anında düzelterek ve 80 yaşında olmaya aldırmadan ısrarla ve sabırla yapılır!…
Can GÜRSES
www.dunyalilar.org