Gülmek korkunç bir silahtır. “Her şeye gücü yetenler” dahi gocunur ondan. Ancak gülmek, sırf bir kınama, itiraz değildir. Tükenmez bir sevinç, güç ve yaşam coşkusunun kaynağıdır da.
“Gülmek ama gerçekten gülmek felsefe yapmaktır,” Afşar Timuçin’e göre…
‘Gülün Adı’ndaki ihtiyar keşiş Jorge, “Gülme bedenimizin güçsüzlüğüdür,” diyerek gülmeyi lanetlerken gerekçesi “korku” severliğidir. Çünkü “Gülmek bir köylüyü korkudan kurtarır. Ama yasa korku aracılığıyla kendini kabul ettirir.”
Gerçekten de Umberto Eco’nun dikkate değer yapıtı ‘Gülün Adı’nda, kör kütüphaneci Jorge’nin, Aristo’nun “gülme”yle ilgili metninin okunmasını engellemek için işlediği tüm cinayetler, “gülmenin tehlikeli ve kötü olduğu” fanatizminden kaynaklanır.
Çünkü gülmek korkuyu öldürür. Yani korku olmadan da inanç olmaz. Malum “şeytan korkusu” olmasa Tanrı’ya da ihtiyaç duyulmaz.
Çünkü gülmek, korkuya meydan okuma, baskıya başkaldırmadır. Gülmek, özgürleştiricidir. Öyle ise korku ve sinmişlik düzeninin sürmesi için engellenmelidir gülmek!
Evet, yüzyıllardır bağnazların gülmeye karşı olmasının nedeni buyken; bu noktada “Kadının kahkaha atmasının iffetiyle bağdaşmadığı”nı söyleyen Bülent Arınç’ı anımsamak mümkün mü?
Tam da bunun için Jean Baudrillard,
“Siz gülümserseniz, başkaları da size gülümser. Ne kadar içten, ne kadar riyasız olduğunuzu göstermek için gülümseyin. Söyleyecek hiçbir sözünüz yoksa gülümseyin. En önemlisi de, söyleyecek hiçbir sözünüz olmamasını da, başkalarına karşı mutlak kayıtsızlığınızı da gizlemeyin. Bırakın, bu boşluk, bu derin kayıtsızlık gülümseyişinizde kendiliğinden ışıldasın,” derken;
Aristo’nun, “Gülmek insanın özüdür”;
Moliere’in, “İnsan, güldüğü kadar insandır”;
Scott Adams’ın, “Gülümseyiş, insanların aklını karıştırır”;
Bertolt Brecht’in, “Mizahın olmadığı bir ülkede yaşamak kötüdür. Fakat çok daha kötü olan, mizahsız yaşayamayacağın bir ülkede yaşamaktır”;
Aziz Nesin’in, “Gülümsemek; adaleti bozuk düzene, sessiz bir küfürdür… Gülümseyin!”;
Hayrettin Ökçesiz’in, “Güç gösterenin gülünçlüğü gülenin cüretine bakar”;
F. Nietzsche’nin, “İnsan o kadar acı çekti ki, gülmeyi yaratmak zorunda kaldı”;
Aleksandr Puşkin’in, “Yüksek nitelikli komedya yalnız gülmeye dayanmaz ve çoğu tragedyaya yaklaşır”;
Charlie Chaplin’in, “Felsefem özgürlüğe inanmaktır, silahım gülmektir, lisanım ise kalbimin sesidir,” uyarılarının altı da çizilmelidir…
* * * * *
Herkesin bilgisi dahilinde olduğu üzere, sürdürülemez kapitalist vahşet tablosunda güldürmek, hayattan komedi devşirmek pek zordur. Bunu başarabilmek zehir gibi bir zekâ ile iyimserlik gerektirir. Ağlaklığa eğilimli insan(lık)ın yüzünde tebessüm yaratmak kolay mı?
Ancak Alenka Zupancic’in, “Komedi, arzu ve dürtünün yapılarından yola çıkarak öldüğümüz zaman hayatımıza ait bir şeylerin yaşamaya devam edeceği gibi vaazlar vermez; bunun yerine, biz konuşurken de, yani hayatımızın her anında hayatımıza ait bir şeylerin kendi hayatlarını yaşadığına dikkatimizi çeker,”[2] notunu düştüğü koordinatlarda mizah itirazdır; cesarettir; yaratıcılıktır; zekâdır.
Bu nedenle aptalın, fanatiğin, faşizmin mizahı yoktur; olamaz da…
Kim gülmeyi yasaklamışsa, kim gülerek düşünmeyi yasaklamışsa onun yanlış yerde olduğunu, yanlış işler yaptığını bilmek gerekir.
Mizah bir insanlık ölçütüdür…
Dikkat edin: Faşist bir rejim insanları güldürerek düşündüren her şeye düşman olur. Mizahın yer aldığı yazılar, çizimler, tiyatro oyunları, tek kişilik gösteriler izlenir, kovuşturulur, yasaklanır, olmadı kırılır, yakılır.
Çünkü mizah zorbalığa, zulme karşı çıkarken; dik durur, eğilmez; teslim alınamaz…
Evet ele avuca sığmayan “Mizahçıya güven olmaz. Çünkü mizahın sağı solu belli olmaz! Ne yapıp ne yapmayacağı da… Olur diyen varsa, orada mizah değil başka niyetten söz edilmelidir. Mizah, bir niyet, bir planlama, bir program vs. hiç değildir. Onun asıl niteliği, beklenmedik bir tepki oluşudur, yer, zaman ve biçimce şaşırtıcı olmak mizahın kimliğidir… Evet, mizah sınır tanımaz, yasaktan anlamaz. İşte bu nedenledir ki, mizah kendi üstünde büyük sorumluluklar taşır. Yani sebepsiz yere, durup dururken ortaya çıkmaz mizah. Bir nedene bağlı olan, bir tepki biçimidir o. Bu özelliği onun varlığındaki haklılığın göstergesidir.”[3]
Bu böyleyken; tekçilik ya da semavi denilen tektanrılı üç din, eğlence ve gülmenin düşmanıdır. Her üçünde de “kutsal yaşam” kurallarıyla alay etmek günah, şakalaşmak haram, zaten gülmek de ayıplıdır. Çünkü olmayandan korku üzerine kurulan bu dinlerin en büyük korkusu, korkuya gülebilen insanın artık korkutulamamasıdır!
Korku esarettir, mizah özgürlük… Korku ciddiyettir, mizah cesaret… Korku ilkeldir, mizah uygar…
Hayvanlar da korkar, ama yalnız insanlar alay edebilir, hiciv yapabilir…
* * * * *
Evet, korkmayan, hicveden insan(lık) despota, despotik tekçiliğe boyun eğmez; gülümser ve itiraz eder…
Tıpkı Haziran/ Gezi başkaldırısındaki gibi…
Haziran/ Gezi Parkı eylemlerinde polisin uyguladığı orantısız güce karşı şiddet içermeyen bir direniş sergileyen göstericiler, süreç boyunca protestolarını son derece yaratıcı ve zeki esprileri ile güçlendirdiler. Şiddete mizah ile karşılık vermek eylemcilerin önceden tasarlamış oldukları bir strateji değil, tam tersi tümüyle doğal tepkileriydi.
Norveçli sosyal değişim ve stratejiler uzmanı Majken Jul Sorensen’e göre, mizah çok etkili ve ciddi bir direniş silahıdır…[4]
Evet Haziran/ Gezi ile “orantısız bir mizah” da çıktı açığa: “Başbakan yüzde 50 jokerini kullanacağına, seyirciye sorma hakkını kullansaydı”, “Merak etme anne, önden gitmiyorum, hep beraber yürüyoruz”, “Kahrolsun bağzı şeyler”, “Yeter artık ya, polis çağıracağım”, “Dün çok çeviktin polis,”[5] vb’leri gibi…
Evet, evet coğrafyamızın “mizah” denilen erdemi Haziran/ Gezi ile keşfettiğini söylemenin yanlış bir tespit olacağı muhakkak. Ancak sanki Haziran/ Gezi, toplumu bu erdemin bambaşka ve tabii ki en doğru biçimiyle tanıştırdı…
Şu satırlardaki gibi mesela: “Gümüşsuyu’nda barikatta gaz olmuş, su basmış hâldeyken ‘Ben bu hâldeyim ama sen bir de Toma’yı görecektin…”
“3 gündür yıkanamıyoruz, Toma gönderin”…
“Çarşı’nın 155 Polis İmdat’ı arayıp ‘Nerede kaldınız, merak ettik’ demesi …”[6]
Ve nihayet Haziran/ Gezi ile Bahadır Baruter’e göre, “Mizah sokakla geri döndü.”[7]
Selçuk Erdem de, “Hepimiz Gezi’yle polis çizmekte ustalaştık,” dedi.
Haksızlar mı?
* * * * *
Elbette değiller!
Mizahın zekâyla ilişkisi olduğu kesin! Çünkü mizah, önemli bir damar… İktidarlar değişiyor, başbakanlar değişiyor. Mizah yazarı, senarist Vedat Özdemiroğlu, değişmeyenin mizahçının misyonu olduğuna dikkat çekerek ekliyor: “Mazlumun silahıdır mizah. Biz de halk adına estetik tetikçileriz. Elimizdeki silahlar çini mürekkebi, tarama ucu, kâğıt kalem.”
Haziran/ Gezi Direnişi’nde de zekâ sokaklara yansımıştı. Hâlâ sloganlar gündemdeyken; “Gezi’de sanki kocaman bir mizah dergisi gibiydi İstanbul. Beraber gülmeyi unutursak, beraber ağlıyoruz” diyordu Özdemiroğlu… [8]
Gerçekten de günlerce müdahalede bulunup yerlerde yatan polisin, biber gazı sıktığı gazetecinin eleştirisi sonrası kalçasını hafifçe dışarı çıkararak verdiği “Gaz sıkmayayım da ne yapayım? Osurayım mı?” tepkisi…
Çarşı’nın 155’i arayarak “Öğlen oldu gelmediniz. Gaz bekliyoruz” sorusuna 155’in verdiği “Bekleyin geliyoruz” cevabı…
Troller tarafından Başbakan’ın Ankara’ya gelişindeki karşılamaya dünya basınının nasıl yer verdiğini anlatan “Baba döndü”, “Dünya böyle karşılama görmedi” şeklindeki uydurma manşetleri gerçek zannedip Twitter’da paylaşan Melih Gökçek…
Ülkedeki anti demokratik uygulamalara, polis şiddetine, dikta hevesine dur demek için olabilecek en demokratik tepkiyi veren ve “duran” insanlara karşı, “Bunların hepsi devam edecek” dercesine karşı tepki veren ama yaptığının bu anlama geldiğini bilmeyen, Rize’deki “yürüyen” adamlar…
White House’un Türkçe karşılığının aslında Ak Saray olduğu gerçeğini yüzümüze vuran White Sea çevirisi…
“Bu biber gazı çok güzel dostum”dan başlayarak “Kahrolsun bağzı şeyler” şeklinde devam eden, “Tomalara göğüs geren, işte benim Zeki Müren” duvar yazısına kadar uzanan ve her biri orantısız zeka barındıran sloganlar…
Ve bu “başkaldıran mizah”a karşı üretilen simgelerin yoksunluğu, yoksulluğu, sönüklüğü…
Kendisine uzatılan mikrofona Kılıçdaroğlu eleştirisi ile başlayan ve sonunu Başbakan’a bir sevgi cümlesi kurarak getirmek isteyen, “Tayyibin götünün kılıyık” diyen Teyze…
Zaytung’un basının içeri alınmadığı sırada toplanan Gezi Parkı çadırları hakkında yazdığı “Çadırlarda atom bombası planları bulundu” haberini gerçek sanarak Twitter’da paylaşan, sonra takipçilerinden bunun Zaytung haberi olduğunu öğrenip o twiti silip yerine “Hangi şerefsiz yazdı bu twiti” diye yazan Melih Gökçek…
Yaratıcılıkta dip yapan “Duran adama karşı duran adam” eylemi…
“Tomaların içine kimyasal madde koyulurken görüntüler var. Ne diyorsunuz?” sorusuna “Kesinlikle kimyasal madde değil. O ilaçlı su. Zaten halkımız tomaların sıktığı suya alıştı. Artık önüne geçip bana da sık diye bağırıyorlar” yanıtını ciddi ciddi veren İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu…
Hülya Avşar’ın “Bizim de evde Zehra’yla çatışmalarımız oluyor” diyerek kafasına biber gazı fişeği yiyen, gözü çıkan gençlerin girdiği çatışmayla evdeki bağrış çağırışı bir tutan açıklaması sonrası Twitter’da açılan #direnzehra başlığı…
Kazlıçeşme Mitingi’nde ağzına aldığı ampulle poz veren Teyze…[9]
* * * * *
Evet nihayetinde -kim ne derse desin!- ezilenlerin ezenler karşısındaki direnişinin, isyanının vazgeçilemez bir silahı olan “Gülmek, fırtınalı ve yağmurlu gökyüzünde doğan bir gökkuşağına benzer,” Armin Grün’ün altını çizdiği gibi…
Temel Demirer
HAZİRAN(’IMIZ) NİYE GÜLÜMSER (Mİ?)[*]
8 Mayıs 2015 14:13:33, Ankara.
N O T L A R
[*] Yolda Fanzin, No:1, Gezi Özel Sayısı, 2015/06…
[1] “Güleceğiz!”
[2] Alenka Zupancic, Komedi: Sonsuzun Fiziği, Çev: Tuncay Birkan, Metis Yay., 2011.
[3] Tan Oral, “Mizahın, Sağı Solu Belli Olmaz!”, Taraf, 15 Temmuz 2013, s.12.
[4] “Bir Pasif Direniş Stratejisi Olarak Mizah: Şiddete Karşı Mizah”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, No:1371, 28 Haziran 2013, s.10-11.
[5] Esra Açıkgöz, “Orantısız Mizah İşbaşında”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2013, s.19.
[6] Kürşat Bumin, “Gezi’nin Mizahı Bambaşka!”, Yeni Şafak, 10 Haziran 2013, s.8.
[7] Cansu Çamlıbel, “Bahadır Baruter: Mizah 30 Yıl Sonra Sokağa Geri Döndü”, Hürriyet, 17 Haziran 2013, s.7.
[8] Zuhal Aytolun, “Vedat Özdemiroğlu: İstanbul Mizah Dergisi Gibiydi”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2014, s.16.
[9] Nihat Sırdar, “Türk Mizahı Bunları Unutmayacak”, Akşam, 23 Haziran 2013, s.15.