Sevgili Günlüğüm;
Ah benim kelebeğim, gül bebeğim, çitlembiğim. Nasılsın, iyi min? Ben iyiceyim, orta garer yani. “Memet Amca’m nasıl?” diyecek olursan, onun da benden farkı yok. Birbirimize omuz vererek, hayat gavgasını gazanmaya çalışıyoz. Ihhh!
Biliyon mu sevgili günlüğüm, senden başka içimi dökecek kimsem yok. Bu devirde ne çoluk çocukdan fayda va, ne gomşulardan. Herkes kendi derdine düşmüş. Ağlasan gözyaşını gören olmuyo, ünlesen sesini duyan. Antensiz televizyon gibi olduk. Gomşulara sesleniyom, duymuyola. Çünkü pencerele çift cam, gapıla çelik. Sesim, gerisin geri bana dönüyo. Gabuğuna hapsolmuş fındık içi gibi galıyom öylece, bi başıma. Neyse ki evde Memet Amca’n va. Hoş, onunla sık sık bozuşuyoz ya, neyse! Bu gonuya hiç girmeyim. Bu yaşda beni ayağında genç gız gibi nasıl feni feni döndürdüğünü anlatmayım. Ihhh!
Yan gomşuya ünlerken, pencere önündeki çiçekle gözüme gitdi. Esgi zarif çiçeklerin yerini, şiddetli esen örüzgere gafa tutan naylon gibi diri yapraklı çiçekler almış. Ağaç gabuğu gibi gaba saba, gokusuz. Neyimiz varsa, bozulmuş hepden.
Postacı geçiyodu az önce gapının önünden. Evlere götürdüğü de gredi gartı ekistiresinden başka bi şey değil. Yıllardır ne mekdup, ne gart bırakmıyo postacı gapılarımıza. Yılbaşında, bayramlarda kimseden gart almayalı, kimseye gart yollamayalı uzun zaman oldu. Eşin, dostun, akrabaların adreslerini bilmiyoz bu yüzden. Gart yazmak yerine, mesac çekiyoz, golayından. Su üsdüne yazı yazar gibi. Mesac dediğin sanki bi ürya, sanki bi hayal. Elle dutamıyon, yazan kişinin ellerinin ıccaklığını hissedemiyon. Mesacı dolava goyup saklayamıyon. Bu cep telefonlarının rehberi yüzünden, kimsenin telefon numarasını bilmiyoz ezbere. Bütün ezberlerimiz bozuldu. Telefonumuz gaybolunca da feleğimiz şaşıyo. Biz kimseye haber edemiyoz, kimse de bizden haber alamıyo. Öldük mü, galdık mı; bilen yok. Telefonun yoksa ne arayanın va, ne soranın. Ihhh!
Goca evde Memet Amca’nla oturuşup duruyoz. Şöyle bi edrafıma bakıyom da, hemen hemen her yaşlı, evinde yalnız. Çocukla gırda (gurbette), torunla gırda. Köküne, göydesine sahip çıkmayan bi nesil yaratdık. Baçcamızın sınırındaki elma ağacı gibi çocuklarımız. Hani ağacın dalları uzar gider ya baçcanın dışına, meyveleri dışarıya dökülür sapır sapır; aynen öyle. Dallar köke uzak; kök, dalından habersiz. Meyvesini yiyemediğimiz, gölgesinde oturamadığımız bir ağaç gibi çocuklarımız.
Geçen akşam Memet Amca’nla esgi günlerden gonuşurken, fotoğraf albümüne bakmak gibi bi hataya düşdük. Güya, çoluk çocuğun fotoğraflarına bakıp, hasiret giderecez. Eski günlere dönecez. Hayatımızdaki eksik daşla bicik bicik yerine oturacak. “Züğürtleyen bakgal, esgi defterleri garıştırırmış” ya, o hesap. Bi hevesnen, aldık albümü elimize. Gözlüklerimizi dakdık, yüreğimiz gıpır gıpır, başladık albümün yapraklarını çevirmeye.
İlk sayfada; en az otuz sene felân önce, bayram günü çekilmiş fotoğraf vardı. Çoluk çocuk bi aradayız, hepimizin gözleri gülüyo. Güçcük torunlar, büyüklerimizin gucağında. Bütün akrabala bizim evde toplaşmışız. Çünkü yaşlıla biznen oturuyo. İçim burkularak bakdım. Fotoğrafdakileri şinci ara ki, bulasın. Zenciri gopmuş inci golye gibi, her birimiz bi yana saçılmışız. Kimini, dönüşü olmayan yola uğurlamışız. Bazılarının sesini bile unutdum. Derken, Memet Amca’nla göz göze geldik. Gözlerimizde yakaladığımız gırıklık bizi ürkütdü, hemencecik aldık gözlerimizi birbirimizin gözlerinden. Bakdığımız fotoğraftaki mutluluğu yaşamayalı öyle uzun zaman olmuşdu ki. Fotoğrafdaki her halimizden belli olan sevincimizi sanki üryada gördük, aslında hiç yaşamadık. Gitdikçe uzaklaşdığımız bi güzellikdi bu.
O güzel günler hiç iz bırakmadan nasıl da uçdu gitdi sevgili günlüğüm! Bu galabalığı, bu birlikdeliği nasıl gaybetdik? Birbirimizle olan bağlarımızı nasıl gopardık? Şinci bayramlarda neden bir araya gelemiyoz ? Çocukların biri bi şeherde, öteki başka şeherde, torunlar dersen çil yavrusu gibi gurbete dağılmış. Birden, burnumun direğinin sızladığını hissetdim. Sızı geldi, gara bi yılan gibi topak olup, yüreğime çöreklendi. Ardından, içimde ulu bir çınar devrildi. Ihhh! Esgi günleri çok özlediğimi, hasiretlik çekmekden yorulduğumu fark etdim. Bi de düşündüm öte yandan; acaba eski günleri mi özlüyom, yoksa esgi günlerdeki gençliğimi mi? Köyün çeşmesinden bir elimde iki ibrikle su getirebildiğim dinçliğimi mi özlüyom?
Bayramlarda çekindiğimiz öteki fotoğraflara bakarken, uzun zamandır bi başımıza gutladığımız bayramları düşündüm. Tuzu eksik bi yemek, şekeri eksik gonmuş bir datlı yer gibi, şinciki bayramlar. Misefir yatakları boş, sofralar tenha. Böyle yalnız bayramlar yaşamak üzüyo bizi. Telefonla geçişdirdiğimiz gutlamaların; gucaklaşmalarımızı, öpüşmelerimizi sanal âleme devretdiğimiz bayramların dadını alamıyoz.
Velhasıl, esgiden yaşadığımız güzellikle yok artık. Hepsi albümlerde galdı. Güzelliklerin bi gısmı bizi terk etdi, bi gısmını da biz terk etdik. Bile bile, göz göre göre. Yavaş yavaş gaybetdiğimiz değerlerimiz yuvarlanan gar topu gibi büyüyünce de olan olmuştu artık. Yanlışları düzeltmekde geç galmışdık. O zaman da “Gader böyleymiş. Gısmetimizde bu varmış” deme golaylığına gaçdık. Kendimizi gandırdık. Yalanları, sudan bahaneleri alıp goynumuza öyle daldık uykuya. Eee, gençlik de gitdi tabi bu arada. Ne geldiğinden haberimiz oldu gençliğin, ne gitdiğinden. İşden, güçden gençliğin tadını çıkaramadık. Ne çabuk çekip gitmişdi gençlik. Habersizce, aniden ve galleşçe. Şinci; ne iş dutacak dermanımız var, ne de eski sağlığımız. Ihhh! Yediğin yemek dokunuyo; vücut, yatdığı yatağı beğenmiyo. Bazen, ayakgabın bile yük oluyo ayağına. Hafızan sana oyun etmeye başlıyo. Yüreğimiz; üzüntüleri, gırgınlıkları, hasiretleri galdıramıyo. Güzel günler hep ileride diye geleceği umutla bekliyodum. Artık anladım ki, biçok güzellik hep geride galmış sevgili günlüğüm. Ihhh!
Memet Amca’nla devam etdik albüme bakmaya. Sanki kendimizi üzmeye gararlıydık bu akşam. Eski fotoğrafları gördükce, dev göydeli bi adam geldi, omuzlarımıza oturdu. Lâkin biz, albüme bakmakdan kendimizi alamıyoz. Omzumuzdaki dev adama hiç aldırış etmiyoz aklımız sıra.
Albümden bi yaprak daha çevirdik, çocuklarımızın güçcüklük hallerini garşımızda bulduk. Çocuklar evimizin baçcasında ip atlıyorla, top oynuyorla. Yıllardır, ip atlayan çocuk görmedim desem yalan olmaz. Bizim torunla sokak oyunu bile bilmiyorla. İnternet varken, dışarı çıkmaya nüzüm görmüyorla. O, her derde devaymış (!) meğer. Bizim torunu bi görsen sevgili günlüğüm, bilgisayar mühendisi sanırsın. Barmakları glavyenin daşlarında makine gibi gidip geliyo. Gidip gelmiyo; uçuyo canım, uçuyo. Taaa Singapur’dan biriyle yazışıyomuş. Dünyanın öteki ucuyla haberleşiyomuş. Bize geldiğinde; dedesiyle ninesiyle bi çift lâfın belini gırmayan çocuk, dünya turu yapıyo internette. Antenlerini bize gapatmış, dışarıya açmış. Yemeğini ayağına isdiyo, suyu ayağına getirdiyo. Gaybetdiğimiz çocuklarımızı birileri yakalıyo uzaklardan; biz, yanı başımızdaki torunumuza sesimizi duyuramıyoz. Nerde hata etdik, neyi eksik bırakdık, bilmiyom sevgili günlüğüm. Ihhh!
Başga bi fotoğraf da oturma odamızda çekilmiş. Bir gış günü zobanın edrafına dizelenmişiz, oturmuşuz gaba minderlerin üsdüne. Ohhh! Fotoğrafdaki herkes gülümsüyo. Şinci, Memet Amca’nla geçirdiğimiz uzun gış gecelerinin hiç dadı duzu yok. Çünkü gönüllerimiz hoş değil, hayallerimiz gırık sevgili günlüğüm. Bi de yaşlanınca; gençliğinde gülüp geçtiğin şeyler sana acı veriyo. Dırmandığın depeler oluyo bi goca dağ; yürüdüğün iki adım yol, oluyo bi daşlı tarla. Bu sene gış çok sert geçdi sevgili günlüğüm. Memet Amca’nla soğukdan tiril parıl edip durduk gış boyu. Eeee Mudurnu’nun gışı da öyle iki- üç aylık değil. Ekim’de başlıyoz zobaları yakmaya, taaa Mayıs’a gadar. Ev, leylek çadırı gibi derme çatma. Pencerelerden örüzger üfürüp duruyo. Perdeler ceyrana gapılmış gibi titriyo. Zobayı yakıyoz yakıyoz, evi ısıdamıyoz. Zobanın yanına varınca yanıyosun, az öteye gidince donuyosun. Bu seneki gış, beni çok yordu sevgili günlüğüm.
Bi başka sayfada, gomşumuza oturmaya gitdiğimizde çekdirdiğimiz fotoğraf vardı. Gonu gomşu hep bi aradayız. Fotoğrafa bakarken, yan gonşularımızla günlerdir hiç görüşmediğimizi hatırladım. Ne ben onlara gitdim hayli zamandır, ne onlar bana geldi. Yolda garşılaşınca bir selâmla geçişiyoz, o gadar. Böyle gonşuluk mu olur? Çocukluğumda, gençliğimde; şinciki olanakların birçoğundan habersiz yaşadık. Televizyon, bilgisayar, telefon yüzü görmedik. İşte bu yokluklar; insanları birbirinnen gaynaşmaya, birlikte hareket etmeye zorluyodu. Güzel gonşuluk ilişkilerimiz vardı. “Çat gapı” yapdıklarımız; ya da “Evde misiniz? Biz geldik” diyenlerimiz yok artık. Samimiyetimizi, birbirimize olan güvenimizi gaybetdik. Televizyon ekranında, sanal âlemde aradık her şeyi. Birbirimizi unutduk sevgili günlüğüm.
Albümün yeni açdığımız sayfasında, bizim çocukların toprakdan fırın yaparken çekilen fotoğrafı vardı. Elleri, yüzleri çamur içinde. Ama gözleri gülüyo hepsinin. Ah! Ne güzel günlerdi o günler. Fotoğrafa bakarken, çocukluğum konuk oldu yüreğime. Şinciki çocukla gibi şeşit şeşit oyuncaklarımız yokdu. Ama annemizin diktiği bez bebeklernen, garpuz gabuğundan yaptığımız arabalarnan, söğüt dalından yaptığımız ve fuyt fuyt diye ses veren düdüklernen mutlu olurduk. Toprakdan fırın yapar, içinde ateş yakardık. Oyunlarımızda bir yaratıcılık vardı. Çam gabuklarını yontarak bebek yapardık. Peki ya bugün? Bugün çocuklarımıza şeşit şeşit oyuncak alıyoz. Gazancımızı ayaklarının altına seriyoz. Fakat çocukluğumuzda bizim yaşadığımız mutluluğu onlara yaşadamıyoz. Eksik olan nedir dersin sevgili günlüğüm?
Derken, Mudurnu mahyasında (panayırında) çekilmiş fotoğraf çıkdı garşımıza. Çocukların bi elinde pamuk hevlâ, öteki elinde uçan balon. Ardından, atlı garıncada çocukla dönerken çekilmiş öteki fotoğrafa düşdü gözlerimiz. Ah o günler geri gelse; çocuklarımı goynuma alıp uyusam, uyutmak için ayağımda sallasam, ninni söylesem. Onlar uyurken, evin gıcırdayan tahtalarına basarım da çocukları uyandırırım gorkusunnan yürümek bile isdemesem.
Albümden bi sayfa daha çeviriyodum ki, elimi dutdu Memet Amca’n. Dedi ki: “Bu akşamlık bu gadar fotoğraf yetsin Fatma. Daha fazla gönül üzüntüsünü galdırmayacam. Hadi bi gayfe yap da içelim. Ama datlıca olsun. Ağzımız datlanınca, belki içimiz de ferahlar aycık…” Usulca gapattım albümün gapağını, yerine goydum. Galkdım Memet Amca’nın yanından, yorgun ve yaşlı ayaklarımı sürüyerek mutfağın yolunu dutdum. Gayfeyi bişirirken, dökülmeye hazır gözyaşlarımı içime akıtdım.
Albümü elime alırken sanmışdım ki; esgi fotoğraflara bakınca, çocuklara olan hasiretliğimiz azalacak, içimizin daracık odaları genişleyecek. Yüreğimize Kızılırmak’la, Dicle’le, Fırat’la akacak gürül gürül. Soğuk sular yürek yangınımızı söyündürecek. Nerdeee! Biz mutluluğu yanlış adresde aramışız meğer.
İşde böyle sevgili günlüğüm. Şincilik hoşça gal. Gısmetse, gene yazarım. Gene yazarım; çünkü, yürek çırpıntılarımın sesi, öyle bir seferde anlatmaynan bitecek gibi değil. Öpüyom, olmayan gözlerinden.
Mudurnu’lu Fatma Nine’n
Kâmuran Esen