Bir kovan düşünün, bir arı kovanı. Ticaret ve endüstri alabildiğine gelişmiş, bilim ve sanat ileri bir durumda olsun bu kovanda. Her tarafta bir hareket, bir canlılık gözlensin fakat bu kovanda ahlak adına, erdem adına hiç bir değer kalmasın. Hırs, açgözlülük, kendini beğenmişlik, lüks tutkusu, dalavere, zulüm, kısaca aklınıza ne kadar ahlaksızlık geliyorsa almış yürümüş olsun bu kovanda.
Bir masal anlatalım sizlere, aslında bir masal değil de bir fabl. İçinde hayvanların konuşturulduğu, kısa ve ders verici öykülerden bahsediyoruz. Yazarı 17. yüzyılda yaşamış Hollandalı bir düşünür Bernard Mandeville. Mandeville’in felsefe tarihinde adının duyulmasını sağlayan 1714 yılında yayınladığı “The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits” (Arıların Öyküsü veya Kişisel Kötülükler Toplumsal Yararı Sağlar) isimli eseridir.
Şimdi masala geçelim…
Evvel zaman içinde, işte böyle bir kovan varmış. Kovanı yöneten devlet kademeleri tam bir başıbozukluk içindeymiş. Adalet denen şeyin bırakın kendisini ismi bile kalmamış. Hatta bu arı kovanı bir kovan devleti olarak büyüklüğünü işlediği cinayetlere borçluymuş. Sonuç alıcı politika hilelerine erdem gözüyle bakılıyor, zeki hilekârlar el üstünde tutuluyormuş.
Tüm mesele kovana akan servetten aslan payını koparmakmış. Kovanın üyeleri bu payın sahibi olabilmek için yeni yatırım alanları açtıklarından memleket ekonomisi biraz daha gelişmiş olmaktaymış. Zaman gelmiş, toplumsal bozulmaya isyan eden yaşlı arılar toplanmış ve “yüce arıların tanrısına” toplumu ahlaklı yapması için dua etmişler.
Ve beklenmemiş bir şey olmuş, birdenbire bütün arılar iyi ahlaklı güzel huylu olmuşlar. Hiç bir arının artık malda mülkte gözü yokmuş. İktidarda olmanın hiç bir anlamı yokmuş. Ancak bunu beklenmedik sonuçları da görünmeye başlanmış toplumda. Mahkemelere garip bir ıssızlık çökmüş. Bir sürü devlet adamı işsiz kalmış. Herkes aza kanaat ettiği için yalnızca gerekli olan üretilmeye ve tüketilmeye başlanmış. Her tarafta işsizlik almış yürümüş. Hiç bir yükselme ve şöhret tutkusuna yer olmadığı için atılımcılık ve girişimcilik ruhu ölmüş. Durum böyle olunca askere de gerek kalmamış tabii ki.
Kovanlar arası barıştan yana olan erdemli arı toplumu, bir gün düşmanlarının istilasına uğramış. Yokluk, kayıtsızlık ve nüfusun azalması yüzünden bizim arı kovanı düşmanlarına karşı hiç bir tedbir alacak gücü kendisinde bulamamış. Birçok acı gelişmeden sonra felaket artıkları, bir ağaç kovuğuna sığınmışlar ve geriye üç beş tane erdemli arı olarak yaşamaya devam etmişler.”
Bernard Mandeville, 1700’lü yılların başında “Arıların Masalı” adlı bu eserini yayınlanması ile birlikte beklenmedik bir şey olmuştur. Eser, edebiyatçılar tarafından değil de, iktisat ve insan ilişkileri üzerine kafa yoran düşünürler tarafından eleştirilmiştir.
Mandeville fablında her insanın bencil olduğunu ve bunun aslında hem doğal hem de erdemli bir şey olduğunu iddia eder. Ona göre dürüstlük veya iyilik gibi nitelikler toplumu ileriye götürmemekte hatta gerilemesine sebep olmaktadır. Yazara göre kasaptan manava, berberden doktora kadar herkes bencil bir şekilde kendilerini düşündükleri için toplumda inanılmaz bir bolluk yaşanmaktadır. Mandeville, bireylerin başkalarını düşünerek yaptıkları eylemlerin toplum için iyi olmadığını; tam tersine toplumu yaşanılmaz hale soktuğunu ifade etmiştir. Ona göre kişinin bencil eylemler peşinde koşması kendiliğinden bir düzeni oluşturmaktadır. Mandeville’e göre “Erdemsizliklerimiz olmazsa toplumumuz gelişemez; mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir.”
Sokrates, “Erdemlerimiz olmazsa toplumumuz çürür” der.
Mandeville ise “Erdemsizliklerimiz olmazsa toplumumuz gelişemez”
Karar sizin olsun…
Kaynaklar:
Toplum ve Bilim – Özgürlük etiği karşısında iktisat kuramı
www.dusunbil.com/bernard-mandevillein-arilarin-fabli/