Bu metin Taocu filozof Bao Jingyan tarafından M.S. 300 civarında yazılmıştır. Genellikle, MÖ 6. yüzyılda yaşadığı söylenen yarı efsanevi bir figür olan Lao Zi (ya da Tzu) ile ve Daode Jing (Tao Te Ching) adlı metinle ilişkilendirilen Taoculuk, Zhou hanedanının sonlarına doğru, MÖ 400 dolaylarında antik Çin’de ortaya çıktı.
“Ne Efendi Ne de Kul” sloganını kullanan Bao Jingyan, yazılarını Wei-Jin döneminde ya da Çin’in birbiriyle savaşan birkaç eyalete bölündüğü Anlaşmazlık Dönemi sırasında kaleme aldı. Anarşizmin (en iyi yönetim hiç yönetmemektir) ilk yazılarından biri olarak kabul edilir.
Neolitik devrimi (M.Ö 10.000-7.000) insanlığın avcı toplayıcı dönemden tarım toplumuna geçişi, fazla ürünün ve özel mülkiyetin ve böylece yönetim ihtiyacının ortaya çıktığı dönem olarak özetleyebiliriz. Erken Neolitik dönemin arkasından M.Ö 5500 civarında Sümerler ve M.Ö 3000 civarında Antik Mısır medeniyeti ortaya çıkmış ve bu devrim yeni bir döneme girerek şehirleşme, kültür, sanat, meslekler, yönetim, köle gibi kavramların iyice belirginleşmesine sahne olmuştur. Mülkiyet ve yönetim köle ilişkileri aynı zamanda bitmek bilmez savaşların da önünü açmıştır.(Göbeklitepe kazıları bilinen tarihi 12.000 yıl öncesine taşımıştır ve Sümerlerin kullandığı bazı figürlere bu erken dönem yerleşimlerde rastlanmıştır.)
2.5 milyon yıllık bir süreçte yönetilmek kavramı olmadan (anarşik) hayatta kalan insan son 10.000 – 15.000 yılda köle ve efendi kavramlarıyla tanışmış ve bununla yüzleşmiş ve elbette tahminen her dönem sorgulamıştır. Bao Jingyan’ın sorguladığı gibi…
Konfüçyüsçü aydınlar der ki: “Gök, halkı doğurdu ve sonra halkın sorumluluğunu yöneticilere devretti.” Ama Yüce Gök nasıl böyle bir şey söylemiş olabilir? İlgili taraflar kendilerine bunu bahane ediyor olmasınlar? İşin aslı şudur ki, güçlüler zayıfları ezdi ve zayıflar onlara boyun eğdi; kurnazlar safları oyuna getirdi ve saflar onlara hizmet etti. İtaat olduğu için efendi ve köle ilişkisi doğdu. Kölelik sayesinde güçsüz halk kontrol altında tutulabildi. Bu nedenle kölelik ve hakimiyet, güçlü ile zayıf arasındaki mücadelenin ve kurnaz ile saf arasındaki zıtlığın sonucudur. Mavi Göğün bununla hiçbir ilgisi yok!
Dünyanın ilk farklılaşmamış halinde olduğu zamanlarda değerli olan İsimsiz (yani, Tao) idi ve tüm yaratıklar mutluluğu kendilerini gerçekleştirmekte bulmaktaydı.
Artık, tarçın ağacının kabuğu soyulduğunda ya da vernik ağacı kesildiğinde, bu, o ağacın isteğiyle yapılmamakta; sülünün tüyleri yolunduğunda ya da yalı çapkınınkiler koparıldığında, bu, o kuşun arzusuyla olmamakta. Gem vurulmak veya dizginlenmek atın doğasıyla uyumlu değil. Boyunduruk altına sokulup yük taşımaktan haz almaz öküz.
Kurnazlığın kökeni, şeylerin gerçek doğasına karşı çıkan güç kullanımında yatmaktadır. Yaratıklara zarar vermenin asıl nedeni ise beyhude süsler sağlamaktır. Bu yüzden, anlamsız süsler temin etmek için gökyüzünün kuşlarını yakalamak, burunlarda, delik olmaması gereken yerlere delikler açmak, doğa onların özgür olmasını isterken hayvanların ayağına zincir vurmak, hepsi hayatını zarar görmeden sürdürmek için doğmuş olan bu sayısız yaratığın kaderiyle uyumlu değil.
Ve böylece halk, iktidardakiler beslenebilsin diye çalışmak zorunda kalmakta ve üstleri dolgun maaşların tadını çıkarırken onlar korkunç bir yoksulluğa indirgenmektedir.
Eski zamanlarda, ne efendi vardı ne de kullar. İçme suyu için kuyular açılır, yiyecek için tarlalar sürülürdü. İş, gün doğumunda başlar, gün batımında sona ererdi. Herkes özgür ve rahattı. Ne birbirleriyle rekabet eder, ne de birbirleri arkasından dolap çevirirlerdi. Ve hiç kimse ne aşağılanırdı ne de yüceltilirdi.
Çorak topraklarda ne bir patika ne de bir yol, su yollarında ne bir kayık ne de bir köprü vardı. Kara ya da su yolu üzerinden hiçbir iletişim aracı olmadığı için insanlar birbirlerinin malını mülkünü gasp etmezdi; bir ordu oluşturulamazdı ve dolayısıyla insanlar bir diğerine saldırmadılar.
Henüz hiç kimse güç kazanmayı ya da çıkar peşinde koşmayı düşünmediğinden, ne bir uğursuzluk ne de isyan cereyan ederdi. Mızrak ve kalkan kullanımda olmadığından, kale hendeği ya da siper yapmak gerekmezdi.
Tüm yaratıklar birlikte, birlik içinde yaşar, hepsi Yol’da (Tao) birbirine karışıp birleşirdi. Veba ya da salgın hastalık onları yoklamadığından, ömürlerinin tadını çıkarır ve doğal yollardan ölürlerdi. Kalpleri temizdi, kurnazlıktan bihaberdiler. Konuşmaları cafcaflı, hareketleri şatafatlı değildi. Hal böyleyken, insanların zenginliğini yağmalayacak bir mal-mülk birikimi ya da onları yakalayıp tuzağa düşürecek ağır cezalar olabilir miydi?
Bu çağ çöküşe geçtiğinde, bilgi ve kurnazlık kullanılmaya başlandı. Yol ve onun erdemi (Tao te) bozulmaya başladığında bir hiyerarşi tesis edildi. Yükselme ve düşme, kâr ve zarar için âdet hükmünde düzenlemeler hızla türedi. [Üst tabakanın taktığı] kuşak ve kurban başlığı, imparatorluk mavisi ve sarısı merasim elbiseleri [yani, Gökyüzüne ve Yeryüzüne ibadet etmek için giyilen kaftanlar] inceden inceye işlendi. Kırmızı ve yeşile boyanmış direk ve kirişlerle birlikte, yeryüzündeki binalar ve ağaçlar göğe kadar yükseldi.
Kıymetli taşlar aranırken dağlar altüst edildi, inci aramak için derinlere dalındı. Ama bir araya getirdikleri bu değerli taş koleksiyonu ne kadar büyük olursa olsun, onların kaprislerini tatmin etmeye yetmeyeceğinden, tamamen altından bir dağ masraflarını karşılamakta yetersiz kalacağından, insanlar ahlâksızlığa ve kötülüğe gömülerek, Büyük Başlangıç’ın temel ilkelerine karşı geldiler. Atalarının yolundan her gün biraz daha uzaklaşıp, insanın sadeliğine sırtlarını daha çok döndüler. “Kodaman”ı göreve getirdikleri için sıradan insanlar şöhret için çabaladı. Ve maddi servete değer verildiği için hırsızlar ve soyguncular türedi.
Çekici eşyaların görüntüsü katışıksız ve dürüst kalpleri baştan çıkardı; keyfî güç gösterisi ve kazanç sevgisi soyguna giden yolu açtı. Sivri ve keskin uçlarla silahlar yaptılar ve bunun ardından gaspların ve saldırı eylemlerinin sonu gelmedi. Tek korkuları; tatar yayı yeterince güçlü, kalkanlar yeterince sağlam, mızraklar yeterince keskin ve savunma yeterince güvenilir olmazsa diyeydi.
Chieh ve Chou gibi tiranlar insanları yakarak öldürmeye, danışmanlarını kılıçtan geçirmeye, derebeylerini parça parça etmeye, baronları doğramaya, insanların kalplerini çıkarıp kemiklerini kırmaya, yakmak ve şişe geçirmek suretiyle işkenceye başvurup, gaddarca cürümlerini en aşırıya vardırabilmiş olsa da, yaradılışları ne kadar zalim olursa olsun, sıradan halkın saflarında kalmak zorunda kalmış olsalardı, böyle şeyleri nasıl yapabilirlerdi? Zalimliklerine ve ihtiraslarına yol verip tüm imparatorluğu boğazladıysalar eğer, bunun nedeni, yöneticiler olarak, canlarının istediğini yapabilmiş olmalarıdır.
Efendi ile kul arasındaki ilişki tesis edilir edilmez, kalpler günden güne uğursuz amaçlarla dolar.
Bu yazı, iki cilt olarak yayınlanan ve anarşist düşüncelerle ilgili metinleri bir araya getiren orjinal adı Anarchism ve Türkiye’de basıldığı adı Anarşizm – Özgürlükçü Düşüncelerin Belgesel Bir Tarihi Anarşiden Anarşizme M.S 300 -1939 adlı kitaptan alıntılanmıştır. Yazarı: Robert Graham Çeviri: Nil Erdoğan – Mustafa Erata, İstanbul, 2007, Versus Yayınları.
Bu makale kitabın ilk seçkisidir. Kitabın tamamını okumanızı tavsiye ediyoruz.
Deniz KARTAL