Az önce Iğdır’da gerçekleştiği öne sürülen bir olay sebebiyle yine bir şeyler yazarken buldum kendimi. Bir köpek, belediye ekiplerince iğne ile bayıltılıyor ve zabıta ekipleri tarafından baygın bir helde iken çöp kamyonuna atılıyor. Engellemek isteyenler olsa da başarılı olamıyor.
Bu olayın bana anımsattığı şey, bir televizyon karesi, bir fotoğraf.
Yer: Sinop
Yıl: 2013
Zehirlenen köpeklerin çöp kamyona atılışları televizyona yansımıştı, beni kahreden o fotoğraf karesi, zihnime kazınan.
Iğdır’da yaşandığı ileri sürülen benzer bir vakaanın beni ne olduğum ile şimdi ne olduğum arasında bir zaman yolculuğuna sürükledi. Aslında uzun zamandır aklımda bu konuda bir şeyler yazmak vardı ama belki böyle başlamayacaktım yazıya, cümlelerim daha farklı olacaktı.
Ben ne idim?
Ben insanlara inanan, insanlardan umudu olan, insanları seven, kimliksizliğimi yalnızca ezilen halklar söz konusu olunca kimlikleştiren, Kürt, Alevi, Ermeni, Hristiyan, Başörtüsü yasağına karşı başörtülü idim, kadın idim. Hiç anlamadığım bir dili insanlar özgürce konuşabilsin istedim. İbadethanelerinde sazla dönsün, gördüğüm her terk edilmiş, değiştirilmiş, dönüştürülmüş, ele geçirilmiş eski Rum Evleri’nde Ermeni komşularım balkonlarında Eleni diye seslensin istedim. Üreten eller hak ettiğini alsın istedim, kimse dizlerini karnına çekerek aç uyumasın, çocuklar ne oyunsuz, ne okulsuz kalsın istedim, onlardan çocuklu çocuk kadınlar olmasın istedim. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak bir gün dedim. Adalet istedim, eşitlik istedim, kardeşlik istedim. İstedim de istedim. Emekçi sınıfımız kendileri için istemezken ben onlar için istedim. Devletten cevabını aldım, büyük fabrikalarda ellerini makineye verdi kardeşlerim, hapishanelerde tecrite karşı canlarını verdi yoldaşlarım, özgürlüklerini verdi arkadaşlarım, çok acılandım, çok sancılandım, devlet ile aramdaki husumet büyüktür. Ama en büyük kırgınlığımı insan yarattı.
HES kanalına düşüp metrelerce sürüklenen ve ölen ceylanlar…
Velhasıl ben ne oldum?
Bir çeresizlikle tanıştım bir gün, bir çaresizliğe eve dönerken, bir akşam üstü rastladım. Bir köşede, köşecikte yatmakta olan minnacık bir kedi yavrusu gördüm. Hali dikkatimi çekti, elimi uzattım tepki vermedi. Tepki veremediğini elime alınca anladım. Tek elime sığan küçük bedenini havaya kaldırdığımda iki arka bacağının sallandığını gördüm. Sanırım son nefesini vermek üzereydi. Benimle kal dedim. Göğsüme bastırdığım gibi eve koştum. Vücut ısısı oldukça düşüktü, soğumaya başlamıştı. Benimle kal diye yalvardım ona. Arka bacakları felçli idi. Üzerinden araba mı geçmişti, motora mı sıkışmıştı, hikayesi neydi ne yazık ki anlatamadı, zaten öyle yorgun görünüyordu ki sanki tüm dünyanın yükünü sırtına almış ve yorulmuştu. Alelacele altına sıcak su torbası koydum, vücut ısısı yükselsin diye. Şırınga ile su ve mama verdim. Sabaha ulaşacak ve birlikte hemen veteriner kliniğine atacaktık kendimizi. İnternete de sıcak su torbası üzerinde yorgun argın uyuyan küçük bedeninin fotoğrafını koydum. İnsanlar benzer bir durumla karşılaştıklarında yardımcı olsun, onları cesaretlendirsin diye. Diğer taraftan insanlara sinirliydim. O kediyi o halde gören ilk kişi kesinlikle ben değildim. Hergün yüzlerce insanın gelip geçtiği bir sokaktı. Sahi elleri ve üstleri kirlenirdi, sahi o neydi ki? Bir hayvan, bir kedi, önemsiz ve değersiz bir sokak kedisi. O kadar masum uyuyordu ki, sanki uyuyan huzurun ta kendisi idi. Gidip gelip sevdim. Benimle kal dedim, ne olur. Kedinin hikayesini okuyan bir arkadaşım, sabah için lazım olur diye, kendi banka kartı kullanmadığı halde tüm imkanlarını zorlayıp bir başka arkadaşı vasıtasıyla gecenin bi yarısı bana para bile gönderdi. O arkadaşımın adı Kerem Kamil Koç. Nisan ayında o da bu dünyadan ayrıldı. O zamanlar kemoterapiye başlamıştı ve sanırım o yüzden O’na yüzyüze teşekkür etmemi istemedi ve ona ettiğim o teşekkür hep yarım, hep eksik ve hiç dolmayacak bir teşekkür olarak kaldı. O gece saat 02.30 sularında yavrucağı kaybettik. Acıları dindi. Son nefesinde yayındaydım, ne yazık ki bu ilk tanıklığım değildi. Kerem’in de o yavru kedi gibi acılarının dindiğini düşünüp varlığı için teşekkür ediyorum, tıpkı kedilerin, köpeklerin, kuşların ve diğer tüm canlıların varlıklarının bana kattıklarına teşekkür ettiğim gibi.
Ne oldum biliyor musunuz? İnsanların aslında güzel olan hiçbir şeyi istemediklerini fark ettim. Ben onlar için onların istemedikleri şeyleri istiyordum. İnsanların şikayetlerine eskisi kadar kulak asmamayı öğrendim. Kürk fabrikasında hayvanların derilerini canlı canlı soyanlara “işçi” olarak saygı duymamayı, hayvanlar üzerinde kendi bilimsel egolarını tatmin etmek isteyen katil bilim insanlarından nefret etmeyi öğrendim. Kasaplar emekçi değil, katildi. Teknoloji, endüstri, devlet, para ve insan, şer begeni idi. İyileşmek istemeyen kimseyi iyileştiremeyeceğimi anladım. Sen beni sev, ben de seni seveyimden öte karşılıksız sevmeyi öğrendim. İnsanların birbirlerine ve diğer canlılara ne kadar kötü davrandıklarını gördüm, hep öyleydi aslında ama ben insanın kötü olabileceğine ihtimal vermiyordum. Sonra hayvanlara yönelik tecavüz duruşmalarına izleyici olarak katıldım. Sanıklar tecavüzden değil ancak “kilit altında mala zarar vermek”ten yargılanabiliyorlardı, hayvanların birer mal olarak görüldüğünü anladım ve tecavüzcüler normal birer insan gibi görünüyordu. Bir yerlerde çalışıyorlardı, eşleri ve çocukları vardı. İnsanların hangi sınıftan olduğu ile ilgilenmemeye başladım. Bebeklerini emzirmesine müshade etmeyene, o kediyi burdan al diyen bir kadın gördüm. İnsanların cinsiyetleri ile ilgilenmemeye başladım. Sokakta selam verdiğim kişinin çocuğunu taciz edip etmediğini, eşini dövüp dövmediğini, kediyi tekmeleyip tekmelediğini bilemeyecek olduğumu anladım. Her sınıftan, her yaştan, her ırktan, her dilden, her cinsiyettenlerdi. Hayvanların gözünde onlara kötü davranan kişinin ulusunun ne olduğunun, cinsiyetinin ve yaşının fark etmediğini anladım. Artık benim için tek bir kelime vardı hepsi için, insan. Sirklerde hayvanlara doğalarında olmayan tüm o aptal ve insana has hareketleri yaptırmak için elektrikli kırbaç kullanıldığını öğrendim, yunusların yunus parklarında depresyona girdiklerini ve intihar ettiklerini öğrendim. Süt versin diye ineklerin üst üste tecavüz edilerek hamile bırakıldıklarını, yavrularını emziremediklerini, yavrularından ayrıldıklarını ve o sütü yavrularının değil de insanların içtiğini öğrendim. Yumurtaları için insanların tavukları hapsettiklerini, yumurtadan çıkan erkek civcivlerin yumurtlayamadıkları için diri diri ezildiklerini, tavukların gagalarının kesildiğini, GDOlu yemlerle beslenip şişirildiklerini öğrendim. Hayvanların ölülerini yiyen, derilerini, kürklerini giyen, sütlerini çalan, yumurtalarını çalan, sokakta gördğü köpeği tekmeleyen, eşeğe, ata, köpeğe, ördeğe tecavüz edenin insan olduğunu öğrendim. Eşeklerin madenlerde çalıştırıldıklarını, her yıl 400 atın insanların fayton sefası için öldüğünü öğrendim. O zaman insan tanımımdaki cinsiyetler, renkler, ırklar, ezilmiş-ezilen ilişkisi ortadan kalktı. Gördüm ki her insan bu zulmü, bu vahşeti, bu kötülüğü gerek vazgeçmek istemediği konfor ve tüketim alışkanlıklarıyla, gerek insan yaratılmış en üstün canlıdır diyerek kanıksıyor, ben insandan vazgeçtim. Eğer bir kurtuluş, bir çıkar yol, bir uzlaşma varsa bu hem insan emeğinin ve bedeninin, hem de hayvan emeğinin ve bedeninin sömürülmemesi ile gelecektir. Hayvanlar sayesinde mülkiyet bilincinden tamamiyle sıyrıldım. Kedilerin tırmaladıkları koltuk onların mutluluğundan daha önemli değildi. Hayvanlara yakınlaştıkça insanların ne kadar çirkin olduğunu gördüm. Çıkar ilşkileri, dalkavukluk, yalancılık, – gibi görünmek, -mış gibi yapmak. Hayvanlar ne ise o dur, kötü ya da iyi değil, yalın. Kötü ve iyi ancak insanı tanımlamak için kullanılabilir. Var olduğu şekilden utanan tek canlı insandır, ondan kediye köpeğe kokuyor der. Bilir ki bir gün banyo yapmasa ölü gibi kokar ve oysa kediler hiç yıkanmaz. Kendimle barıştım. Hayvanlaştım. Kadınlaştım. Bir yaprağı incitmez oldum, oturduğum çimleri arkadaşımla konuşurken dalgınlıkla yolmaz oldum ve hayatın, yaşamın her canlı için ne kadar özel olduğunu anladım.
Hayvanların şimdiye değin bana öğrettikleri şeyleri düşündükçe onların bir şekilde hayatıma ve bana dahil olmuş olmalarına, varlıklarına bir kez daha teşekkür ediyorum.
Dicle Ürünay
Dünyalılar