Evrim Alataş, 34 yaşında aramızdan ayrılan bir yazarımız. Kendisinin “Mayoz Bölünme Hikayeleri’ adlı kitabından bu yazıyla aynı başlıklı hikayesi eşliğinde 1990’ların “olağanüstü hal” ortamında Türkiye’yi anımsayalım.
Nevroz, Nevruz ve Newroz
Newrozları bilirsiniz. Mitolojik öyküsüne girmeyeceğiz. Çünkü 1990 sonrası Türkiye’de yaşananlar, bir süre sonra mitolojik öyküleri aratmayacak tarzda cereyan etti. Mesela, “Türkiye Cumhuriyeti diye bir ülke varmış. Burada, Newroz diye bir bayramı kutlamaya çalışanların arabalarının tekerlekleri sökülürmüş. Bazıları da söz konusu kelimeden iki harfi değiştirip, yumurta tokuştururlarmış…” gibi.
Neyse, Newroz’u zaman tünelinde kısa bir yolculuk yaparak hatırlayalım. Trajik yanını biliyoruz Newrozların. Biz, trajikomik yanlarına bakacağız. Newrozların kutlanması1990’dan sonra “sinir bozucu” bir hal almıştı. Tez elden olaya müdahale etmek gerekliydi. Önceleri, “Böyle bir bayram yok, bu PKK’nın bayramı” denildi; ama bu tespit yeterli olmadı. O nedenle, Kürtlerin kutladığı olaylı Newrozlara karşı, devlet yetkilileri karşı atağa geçerek “Nevruz” bayramını deklare ettiler.
Sene 1996. Newroz yaklaşmaktadır. Özellikle Kürtlerin yaşadığı illerde yoğun güvenlik önlemleri alınır. Devlet yetkilileri de resmİ hazırlıklarına başlar. Siirt’in Eruh ilçesinde polisler tüm ev ve işyerlerini gezerek ilçede kaç adet araba lastiğinin bulunduğunu tespit etmeye çalışır. Bu tespit tam üç günü alır. Polisler her gittiği yerde, “Nevruz’dan sonra gelip tekrar sayacağız. Eksik çıkarsa karışmayız” der. Polisler, lastik tamircilerine de giderek, bir süreliğine lastik satışının yasaklandığını buyurur.
Aynı günlerde Hakkari’de de hareketlilik vardır. Burada da polisler tamircileri gezerek, rakam tespit eder ve “Fazla lastiklerinizi depoya koyun, kimseye lastik vermeyin” der.
Her daim farklı olan Şırnak’ta ise iş daha abartılır, lastikler sökülerek toplanır, hiçbir aracın şehre girmesine ya da çıkmasına izin verilmez.
Bu saydıklarımız önlemler. Ve Newroz gelir çatar. Tabii her ilde, mahallelerde ateşler yakılarak kutlanır Newroz. Lastikler bir şekilde çıkar ortaya. Küçük bir not düşelim. 1999 Newroz’unda Diyarbakır’da görüştüğüm küçük çocuklar kendi aralarında komite kurduklarını anlatıyorlardı. Lastik toplama, benzin bulma ve örgütleme komiteleri şeklinde. Hatırlarsanız, Diyarbakır’da panzerleri taşlayan çocukların görüntüsü yer etmişti belleğimizde. İşte bunlar da o çocuklardandı. Fakat sonra polis şeker dağıtınca yiyenler olmuş aralarında. Konuştuğum çocuklar kendi aralarında tartışıyor, bazıları devletin şekerinin yenilmemesi gerektiğini savunuyor, şekere dayanamayıp yiyenler ise, “Oxlım devletin mali deniz, yemeye domiz…” diye küçük izahatlar getiriyordu eyleme.
Evet, gelelim 1996 yılı Newroz’una. Dedik ya, her yerde Newroz kutlanmıştı. 17-24 Mart tarihleri arasını Nevruz Bayramı ilan eden devlet erkanı da kutlamıştı Newroz’u.
Pardon, Nevruz’u. Türki cumhuriyetlerden getirilenler ile aralarında Mesut Yılmaz ile eşi Berna Hanım’ın da bulunduğu siyasiler Iğdır’da bir araya gelmişti. Boyalı yumurtalar tokuşturulmuş, odunlardan yakılan küçük ve düzenli ateşlerin üzerinden takdir edilesi bir itina ile atlanmış, Nevruz koşusu yapılmış, oynanmış, pek şenlenilmişti. Aynı saatlerde ise memleketin bilimum yerlerinde Newroz’u kutlamak üzere bir araya gelenlerin sırtında kalas kırılmıştı.
Newroz, oldukça renkli görüntülerle bitmişti ama operasyonlar bitmemişti. Van’ın her zaman kesintisiz eylem yapan Xaçort mahallesinde, önünde siyah kül bulunan tüm evler basılmıştı.
Dönen tekerlek zaferi müjdeler
Newroz hikâyeleri araştırmakla, anlatmakla bitmez kuşkusuz. Çünkü neredeyse 20 yıldır her Newroz’da bir şekilde “şirinlikler” yaşanır. Bu şirinliklerden biri, 2000 yılı Newroz’unun bir bölümünü geçirdiğim Zap Karakolunda cereyan etti. Malumunuz, Hakkari’ye gitmek için arabanın geçebildiği tek yoldur ora. Yani bu araba illa ki Zap Karakolunun önünden geçecektir. “Zap Karakolu geçilmez,” cümlesi, Çanakkale’de kurtuluş savaşı verenlerin siluetleri ile birlikte beynimizde dalgalanırken, Newroz kutlamalarına katılmak üzere bir araya gelen sanatçılar, gazeteciler ve yabancı heyetin bulunduğu minibüsümüz durduruldu karakolda. Ha şimdi, ha birazdan, ha bir saat sonra diye geçen oyalamaların ardından karşımızdaki kocaman dağ, tepemizdeki yıldızlar ve askerlerle baş başa kalmıştık. Kışlanın içinde tankların çekildiği bir yer vardı. Askeriyedeki anlamlı vecizelerden biri ilgimize nazar oldu. “Üstünü düzelt”, “Vatanını koru” gibi yazılarla donatılmış askeriyedeki bu çarpıcı yazıda “Dönen tekerlek zaferi müjdeler,” diyordu. Bu cümle tek başına bizi sarhoş etmişti aslında; ama birazdan yaşanacak olan o süper üçleme, fotoğrafını çekemediğim için ömrüm boyunca hayıflanacağım kareyi oluşturacaktı.
Evet, gelen bir konvoy karakolun önünde durduruldu. Arabalar Mercedes falandı ama bu muamele neydi? Kısa sürede öğrendik, arabadaki Hakkari Belediye Başkanı Hüseyin Ümit’miş. Kanuni Sultan Süleyman gelse geçemez Zap’tan. Onu da durdurdular tabii. Fakat bir süre sonra Ümit’in arabasının sökülen tekerlekleri, “Dönen tekerlek zaferi müjdeler,” yazısının hemen yakınına götürülüp, askerlerin üzerinde tepinmesi suretiyle etkisiz hale getirildi. Evet, işte bu üçlememin oluşturduğu sahne! Muazzamdı.
Pankartçılar…
Bu hikâye de İstanbul’dan olsun. Nasıl olsa konu artık bir psikiyatrik vaka olan “Nevroz” halini almış bulunan “Newroz”. Bilirsiniz, lastik yakarak kutlayan “medeniyet yoksunlarının” gösterileri genellikle olaylı sona erdiği için kolluk kuvvetlerimiz önceden alarma geçerler. Lastikler, benzinler, esmerler, Mekap ayakkabılılar ve gece gezenler, kolluk kuvvetlerimizce sıkı denetim altına alınır. Ama olur işte, kolluk kuvvetlerimiz de yanılır.
Newroz 2001. Yer İstanbul. Kahramanlarımız İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çalışanları. Tehlikeli günün gecesinde kalkıp da cahilce bir iş yaparlar ve durduk yere Saraçhane’deki Bozdoğan Kemeri’ne tırmanıp, rüzgârın etkisiyle yırtılan olimpiyat pankartlarını düzeltmeye kalkışırlar. E tabii, emniyet güçlerimiz de kilitlenmiştir dam başında gezip, duvar diplerinde sinsi sinsi yürüyenlere. Büyükşehir Belediyesi Spor Etkinlikleri Genel Müdürlüğünde çalışan Abdi Dayıoğlu, Şahit Fahrettin, İbrahim Sütçü ve Hasan Karadeniz, bir anda pankartçı olur. Çünkü devriye görevi yapan güvenlik güçlerimiz, telsizlerle merkeze anında bildirirler, “yasadışı pankart asanlar var” diye.
Telsiz trafiği yoğunlaşır, şüpheli ve tehlikeli şahısların etrafları sarılır. Bizimkiler de pankartı asarken aşağıdaki yoğunluğu fark ederler ama üzerlerine alınmazlar. Fakat operasyonun startı verilmiş, kimi polisler tepeye tırmanmaya, kimileri de megafonla” teslim ol” çağrısında bulunmaya başlamıştır. Polisler, bu arada işçilere “ne ayak” olduklarını sorar. Bizimkiler de durumu anlatır ancak polisler pankartı görmek ister. Ama pankart büyük, açılmadan gösterilmez, açmak için de duvara tırmanmak gerekir. Pankart koltuk altında, işçiler polislerin kolunda doğru karakola. Neyse ki muameleden geçirilmeden dertlerini anlatıp kurtulurlar.
Memurlar kepenk kapatamaz
Tekerleklerin düze çıkmasıyla birlikte Newrozlar da bir karnaval havasında gelişti biliyorsunuz. Türlü türlü sanatçının konser verdiği, yüz binlerce kişinin katıldığı Newrozlara ilgisiz kalınamaz elbette.
2002 Newrozu’nda, hele de Sezen Aksu’nun çıktığı Newroz’da, hiç ilgisiz kalınmazdı. Diyarbakır’ın Bismil ilçesinden 18 esnaf, soluğu Diyarbakır Fuar Alanı’nda, yani Newroz alanında alır. Newroz biter, esnaf Bismil’e döner; ama hesap öyle “Hema biz Newroz’a gittik, yasaldi,” diyerek verilemez! Çünkü kolluk kuvvetleri itina ile çalışmış, kapalı kepenk sayısını çıkarmış, dükkânların sahiplerini tespit etmiştir ve esnaf hakkında tutanaklar doğrultusunda soruşturma açılır. Newroz’dan bir gün sonra Terörle Mücadele Şubesine çağrılan esnaf, “Toplu olarak kepenk kapatma eylemi düzenleyip, OHAL Yasası’na muhalefet etmekle” suçlanır. Suçlamaları reddeden esnaf, kepenk kapatmakta herhangi bir eylem amaçlarının bulunmadığını, birbirlerinden haberdar olmadıklarını, Newroz’a katılmaktan başka bir amaçlarının olmadığını anlatsa da haklarında Bismil Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açılır.
İsmet Demirbölek, Mecit Argül, Suphi Can, Ahmet Tekin, Alaaddin Tekin, Hamdin Barut, A. Bari Bıçakçı, Mahir Amaç, Münir Can, M. Şerif Erdem, M. Can Çalım, Abdullah Gezgin, M. Emin Bulut, Habip Karakoç, Lütfü Tekin, Mehmet Turgay, Neytullah Karakoç ve Osman Argül hakkında hazırlanan iddianamede, suç niyeti iyice abartılarak, “Newroz bahanesiyle PKK’nin çağrılarına uyarak işyerini kapattıkları, böylece üzerine atılı suçu işlediği…” denilir.
W sendromu
W harfinin sakıncalı piyade konumuna sokulup, türlü türlü manalar yüklendiği günlerden birinde, yani 2002 Newrozu’na yakın günlerde, olayımız, Batman’da vuku bulur. Haftalık yayın yapan Batman Express Gazetesi’nin sahibi M. Şah Ayaz hakkında “W” harfi gerekçe gösterilerek TCK’nın 312/2 Maddesi’nden dava açıldı. Davaya “Newroz konferansı” ve “Newroz hazırlıkları tamamlandı,” başlıklı haberler gerekçe gösterilir.
Batman Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan davanın iddianamesindeki şu cümleler, şirindir: “İçerik olarak aynı anlamı ihtiva etmesine rağmen şekil olarak farklı yazılan Nevruz haberlerinin söz konusu gazetede yan yana verilmesinin kastını aşan bir durum olduğu, ayrıca belirtilen günün farklı çevrelerce farklı şekillerde kutlandığı izlenimi verdiği…”
Bu kanaatten hareketle, “Halkı ırk, bölge, dil ve din farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek” ten açılan davanın dosyası, Adliye sınırlarını aşıp, çok daha büyük bir mana içerdiği için Diyarbakır DGM’ye gönderilir ve yargılama başlar.