Kötülüğün, zulmün, baskının kendisi kadar, cürümlere gerekçe üreterek, kastedilen canları, yaşatılan acıları sıradanlaştıran düzenin kendisinden korkmak gerek. Kadın cinayetlerine arka plan oluşturan siyasi ve toplumsal yapı bu açıdan ibret verici.
Öldürülen kadınlara ve translara ilişkin çetele dehşetengiz. En az onun kadar ürkütücü olan bir diğer gerçek de, bütün cinayetlerin ayrılmaya karar veren, boşanan, ayrı bir hayat kuran kadınlara dünyayı dar etmeye yeminli eski eş, eski sevgili, baba ya da ağabey tarafından işlenmesi. “Ya benimsin ya karar toprağın” repliğinin arkasında “Nasıl bağımsız, ayrı bir hayat kurar ve dahi mutlu olursun” şeklindeki hastalıklı korku saklı. Ve bu korku, aslında erkin korkusu.
Bu cinayetler işlenirken, iktidar tarafından her fırsatta kadının bedeni, kişiliği, hakları ve neşesine kastediliyor. Öyle ya, gülerken ağzımızı kapatmalıyız. Şöyle başını arkaya atıp doyasıya kocaman kahkahalar atmak kimin haddine. Sonra ‘hafif kadın’ sanırlar. Sonra bu ‘hafifliğin’ bedelini çok ağır ödetirler.
Mutasavvıf olarak tanınan Tuğrul İnançer’in Habertürk’ten Kübra Par’a verdiği beyanat, ‘hafif meşrep’ kadınlara verilmesi caiz balans ayarının ta kendisi. “Çalışan kadın yuvasını dağıtıyor. Kocasına muhtaç değil ama elin adamının hizmetinde olmayı haysiyetine uygun buluyor. Boşanma davalarında, çalışan kadının oranı çok yüksek. Mutlu kadın neden çalışsın?” gibi akıllara ziyan bir çıkarsamada bulunan İnançer, şöyle devam ediyor: “ ‘Hem evlenmem hem hamile kalırım’ diyenler var. Hürriyetmiş! Orospuluğun adının hürriyet olduğu dünyaya tükürürüm. Bunun adı orospuluktur. Amerika’da eşcinsellerin evlenmesi de serbest. İçine tüküreyim öyle ileriliğin ben! Bu ilerilikse ben gericiyim. Aileye saygı yok, mahremiyete saygı yok. Bunun adı da hürriyet, öyle mi? Hadi ya?”
Sokak ortasında kadını kerelerce bıçaklayan, ‘kafasına sıkan’, aile meclislerinde gıyabında ölüm kararı alan, yine o ‘sıcak yuva’da tecavüz eden, öldüresiye döven ‘erkek’, gücünü işte bu ve benzeri söylemlerden alıyor. Yasanın ve toplumun desteğinden yoksun o ‘tekinsiz kadın’sa bir anda kolay hedef ve katli vacip ölümlü haline geliyor.
Normalin zulmüdür bu. Normun, kuralın, geleneğin göreneğin, yasakların ve ille de genel ahlâkın kadını ve norm olarak belirlenenin dışında kalanları ezmek için kullanılışıdır. Öyle incelikli mekanizmalar devreye girer ki, tahakkümün nerede başlayıp nerede bittiğini anlayamazsın. Ev, okul, hane içi, sokak… Her yer kapana dönüşebilir. Ne de olsa insanın kendi olamadığı her an bir esarettir.
Hem öldürmenin bin türlü şekli var. Şiddet dediğin de önce dilde başlar. Kadını küfürlerle aşağılar, hoyrat yaftalamalar, kasıtlı yaralamalarla yumuşak karnından vurursun. Özgüveni tez vakit imha edilmelidir ki hiçbir yola çıkmasın. Hayatı bir başına göze alamasın.
Oysa kadının tarihi orospu ve cadıların tarihidir. Okyanusun ve göğün sınırsızlığını onlar gösterir. Aklıma Didem Madak gelir böyle düşününce. Gülümserim. Okumalar yapmak üzere 2010’da 3. Uluslararası İstanbul Şiir Festivali’ne çağrılan şair, festival broşüründe özgeçmişinden ‘Şu sıralar cadılık, büyü çeşitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir Efsun Kitabı düşlüyor’ cümlesinin, bilgisi ve izni dışında çıkarıldığını görünce, festivalden çekilmişti. Madak’ın bu yaşanana ilişkin festival yönetimine yolladığı manifesto niteliğinde mektup ise, aslında kadının erk karşısında, edebiyatın da iktidar karşısında verdiği mücadeleye dair çok şey söylüyordu: “Bazılarının söylediği gibi hakikaten ‘ülkemiz normalleşiyor’ ve başta şairleri normalleştirmek en mantıklısı, şairlerin özgeçmişlerinden caiz olmayan, örf adet ve din diyanete mugayir bölümlerin çıkarılması ve açılışta resmi kıyafet talepleri hep bu normalleşmenin belirtileri. Öyle ki yakında bir cadı avı da başlayabilir, önce kendini cadı ilan edenler avlanır ve sonra bazıları cadı ilan edilerek avlanır…”
Özgeçmişine uygulanan sansürü şiirine uygulanmış kabul ettiğini söyleyen Madak, “Cadı avcıları her çağda olmuştur. Bugün de vardır. Ve maalesef artmaktadır” demişti. Nasıl da bu günlere dair bir tespit değil mi? Her kimlik için olduğu gibi kadınlık için de makbul kadın standartı yaratır, türlü iktidar ve tahakküm mekanizmalarıyla bu şablonu mutlak doğru olarak dayatırsanız, bu kalıba sığmayan her kadının cadı ve orospu olması kaçınılmazdır. Eh, ortalık bu kadar cadı ve orospu kaynıyorsa, sokaklarda bir kısmı da öldürülecektir. Malûm, cadıların yakılması, orospuların taşlanması resmi tarihin bildik yöntemi. Ama hikâyesinin peşinden giden kadın var oldukça, normalin zulmü illa ki gerileyecek. Gerisi ise kadının kahkahası ve şarkısıdır. Gökkubbe’de yankılanır.
Karin Karakaşlı
karinkarakasli@agos.com.tr