Öfkelenme nedenleri bugün o kadar açık seçik olmayabilir ya da dünya çok karmaşıktır. Kim emir veriyor? Kim karar veriyor? Bizi yöneten akımlar arasında bir ayrım yapmak her zaman kolay değildir. Faaliyetlerini açık seçik biçimde anladığımız küçük bir seçkin topluluk yok artık karşımızda. Büyük bir dünyada yaşıyoruz ve böyle bir dünyada her şeyin birbirine bağımlı olduğunu hissediyoruz. Bugüne dek görülmemiş bir karşılıklı bağımlılık içinde yaşıyoruz. Ama bu dünyada katlanılması mümkün olmayan şeyler var. Bunları görmek için iyi bakmak, aramak gerekir.
Gençlere sesleniyorum; Biraz arayın bulacaksınız. En kötü tavır kayıtsızlık, ilgisizliktir,
”Bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez, ben kendi işime bakarım,” demektir. Böyle davrandığınızda insanlığı oluşturan temel değerlerden birini yitirirsiniz. Bunun için gerekli olan değerlerden biri, öfkelenme yeteneğini ve bunun sonucu olan siyasal ve toplumsal bir davaya hizmet etme çabasını yitirirsiniz…
İki yeni ve büyük tehditten söz etmek mümkündür:
1- Çok yoksullar ve çok zenginler arasındaki gittikçe derinleşen uçurum. XX. ve XXI. Yüzyıllarda görülen yeni bir durumdur bu. Bugünün dünyasında çok yoksul olanlar günde ancak 2 dolar kazanabiliyorlar. Bu uçurumun daha da derinleşmesine izin verilemez. Sadece bu tespit bile siyasal ve toplumsal bir davaya hizmet etme sorumluluğu getirir.
2- İnsan hakları ve gezegenimizin durumu. Kurtuluştan sonra 10 Aralık 1948’de, Paris’te Chaillot Sarayı’nda Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan hakları Evrensel Bildirisi’nin yazımına katkıda bulunma şansına sahip oldum. Birleşmiş Milletler genel sekreter yardımcısı ve İnsan Hakları Komisyonu sekreteri Henri Laugier’nin kurulunun başkanı sıfatıyla öteki arkadaşlarla birlikte bu bildirinin yazımında görev aldım. O dönemde Birleşmiş Milletler’e üye olan devlet sayısı 54’tü ve ben sekreterlik görevini üstlenmiştim. Anglosakson dostlarımızın önerdikleri gibi, “uluslararası “ değil , “evrensel “ haklar ifadesini *René Casin’e borçluyuz.
İkinci Dünya Savaşı bitiminde çok önemlidir bu olgu. Amaç totalitarizmin insanlığın üstüne çöken tehditlerden kurtulmaktır. Bunun için de, Birleşmiş Milletler’e üye devletlerin, söz konusu evrensel haklara saygı göstermelerini sağlamak gerekir. Kendi topraklarında insanlık suçu işleyen bir devletin öne sürdüğü tam egemenlik bahanesi oyununu bozmanın bir yoludur bu. Bu bağlamda kendisini ülkenin efendisi gibi gören ve soykırım yetkisine sahip olduğunu sanan Hitler’i örnek gösterebiliriz.
Bu evrensel bildiri, nazizme, faşizme, totalitarizme ve hatta bizim varlığımızla Direniş ruhuna karşı duyulan evrensel nefrete çok şey borçludur.
Acele etmek gerektiğini hissediyordum, herkesin sadık kalma niyetinde olmadığı ama bizim empoze etmeye çalıştığımız bu değerleri galiplerin de benimsemiş olmasındaki ikiyüzlülüğe kanmamak gerekiyordu.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 15.maddesini aktarmak istiyorum: “Herkesin bir uyrukluk (yurttaş olma) hakkı vardır”;
madde 22:” Herkesin toplumun bir üyesi olarak sosyal güvenlik hakkı vardır, ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin özgürce gelişimi için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.”
Bu bildiri hukuksal bir metin olmamakla birlikte, 1948’den bu yana çok etkili olmuş, bağımsızlık mücadelesi veren sömürge halkları bu bildiriden etkilenmişler, özgürlük mücadelesi veren beyinlere esin kaynağı olmuştur.
Gençlere şöyle diyorum: çevrenize bakın, öfkenizi haklı çıkaracak konular bulursunuz: Göçmenlere, kaçak işçilere, Çingenelere yapılan mumameleler gibi. Sizi güçlü bir yurttaş hareketine götürecek olan somut durumları bulursunuz. Arayın, bulursunuz!
* René Cassin,1941’de Londra’daki Özgür Fransa hükümeti’nin Adalet ve Eğitim Komiserliğini üstlenmiş ve 1968 de Nobel Barış ödülü almıştır.
Kaynak: Stéphane Hessel’in Öfkelenin adlı kitabından alıntıdır.