Olmak ve Sahip Olmak üzerine düşünceler…
Çocukluğumuzdan beri bize olmamız gerekenler ve olmamamız gerekenler bazen açıkça, bazen de üstü örtülü bir biçimde öğretilir.
Olmamız gerekler genellikle güç, iktidar ve zenginlikle özdeş olan şeylerdir. Yani hiyerarşik olarak örgütlenmiş toplumda bizi mümkün olan en yükseğe taşıyacak olan ne varsa “iyi” iken, bizi hiyerarşinin en altına savuracak olan “kötü”dür.
Mesela kimse çocuğuna demez ki, “fırıncı ol, lezzetli ekmekler pişir.”
Herkes çocuğunun doktor, mühendis, futbolcu, film yıldızı, pilot, ya da öğretmen olmasını ister.
Aynı şekilde hem çocukluk çağlarımızda, hem de yetişkin olduğumuzda “yakışıklı prensim” ya da güzel prensesim” olarak seviliriz, sevilmek isteriz. Prenslikte ve prenseslikte gözü olmayalar ise ya “güzelim” ya da yakışıklım” olarak sevilir, sevilmek isteriz.
Çocukken hayal dünyamız ve vizyonumuz buna göre şekillendiğinden, oynadığımız oyunlarda, “güzel” ya da yakışıklı” olduğuna inandırılmış olanlarımız prens ve prenses olmak için yarışırlar. “Güzel” ya da “Yakışıklı” olmadığını düşünenlerimiz ise ne prens, ne de prenses olmak için yarış ederler.
Bir de çocuklar zannederler ki her prenses “güzel”dir, her prens” ise yakışıklı.”
Peki, prens ya da prenses olmak fırıncı olmaktan daha erdemli bir durum mudur ki, çocuklarımıza fırıncı olmayı değil de, prens ya da prenses olmayı yakıştırırız?
Elbette ki hayır, zira prens ya da prenses olmak demek, binlerce, milyonlarca insanın zulmüyle beslenmek demektir. İktidar olmak demektir.
Fırıncı ise, ekmek pişirir, kimsenin zulmüyle beslenmediği gibi, hayatın devamı için de oldukça faydalı bir iş yapar.
Ama nedense insanlar erdemli olana değil de, güç ve iktidarı temsil edene sempati duyarlar, benzemek, sevdiklerini benzetmek isterler.
Esasında prensese ve prense benzetilmek hakaret olarak algılanması gerekirken, nedense kompliman olarak kabul görür, o insan onore edildiğini düşünür.
Bir analoji yaparak bitireyim. Bilindiği gibi fahişeler aşağılanırlar, zira fahişeler para karşılığı birileriyle yatarlar. Ama para karşılığı filmlerde adamlarla sevişen kadınlara herkes hayranlık duyar.
Peki nasıl oluyor da para karşılığı istemediği adamla öpüşen, sevişen ya da yatan iki kadından biri aşağılanırken, diğeri değer görebiliyor? Nedeni elbette ki sanata duyulan sempati değildir. İktidarı ve gücü temsil edene olan hayranlıktır. Vesselam karışık meseleler bunlar, ama yine de düşünmek ve sorgulamak gerekir. Zira ne konuştuğumuz dil, ne kullandığımız kavramlar, ne de bir bütün olarak yaşama egemen olan paradigma kendiliğinden oluşmamıştır. Bütün bunlar egemen olana göre oluşturulmuştur ve hiç biri masum değildir.
Rosza Roz