Arka Bahçemiz

Öteki çocukların masalı: Bisiklet

Bir bisiklet görmüş nicesi; gösterişli mi gösterişli bir malikaneden çıkıp da, kendi başına o cadde senin bu sokak benim bir sağa bir sola salına salına yol alan.

bisiklets

Görenler inanamamış gözlerine.

“Büyülü bu bisiklet; bakmayın, kör olursunuz” diyen de olmuş, “sahibine yazık, ne nankör bisikletmiş bu” diyen de.

Kimi hayran hayran seyretmiş bisikleti de dokunmak isteyen dokunamamış, durdurmak isteyen durduramamış.

Görmezden, duymazdan gelinen bir ihtiyar adam; üstü başı, hali vakti sersefil bir güzel, bir bilge adam demiş yalnızca;

“Ey güzel bisiklet! Bilirim özgürlüğüne gidersin sen, kadir kıymet bilenedir yolun; yolun açık olsun gayrı.”

Bisiklet hızını kesmiş de usul usul geçivermiş bu güpgüzel canın yanından; zilini çala çala, neşeyle.

Az gitmiş uz gitmiş de varmış bir gecekondu mahallesine. Bisikleti gören çocuklar koşuvermişler ondan taraf. Duruvermiş bisiklet.

“Anaa, gördünüz mü, üstünde kimse yok ama at gibi dört nala gidiyordu vallaha” demiş biri.

Bir diğeri binmek istemiş de, sanki eli ayağı tutulmuş gibi kalakalmış. Tekrar tekrar denemiş de başaramamış. Bisiklete binmek istediğinde kıpırtısız kalıyormuş, öbür türlü dilediğince hareket edebiliyormuş.

Kim denemek istese binememiş bisiklete. Bir şaşırmışlar, bir korkmuşlar tarifi mümkün değil.

Biri yerden taş atıp fırlatmak istemiş bisiklete de o taş dönüp kendi yüzünü yarmış.

Biri tekmelemek istemiş bisikleti de tekmeyi diğer ayağına atıvermiş, düşüvermiş yere acı içinde.

“Şeytanın bisikletidir, kaçın” demişler, herkes uzaklaşmış bir anda.

Bir küçücük çocuk kalmış bisikletin yanında, boyu bisikletin selesine bile yetişmeyen bir ufacık çocuk.

Bir ayağını bisikletin pedalına atmasıyla bisikletin üzerinde buluvermiş kendisini. Bir sevinmiş, bir mutlu olmuş, ah nasıl anlatmalı bunu.

Cümle çocuklar olan biteni görmüş de küçük dillerini yutuvermişler.

“Bu ne iştir böyle, bizim binemediğimiz bisiklete bu ufaklık nasıl bindi?”

Yoksul, viran hanelerin önünden geçivermiş bisiklet. Çocuk, ziline basmış da basmış bisikletin. Şarkılar söylemiş, gülücüklerle doluvermiş yüzü.

Bir zaman sonra inmiş bisikletten çocuk. Oturmuş bir kapı önüne. Seyredivermiş sokağı, çocukları, bisikleti öylece.

Bir çocuğa bakmışlar, bir bisiklete. Keramet çocukta mı, bisiklette mi bilememişler. Sokulmuş çocuğun yanına bir arkadaşı da soruvermiş.

“Hiçbirimiz binemedik bisiklete de sen nasıl başardın?”

“Dün top oynarken beni niye istemediniz aranızda?” diye kendisi bir soru soruvermiş arkadaşına.

“Sen beceremiyorsun ki oynamayı.”

“Düşün bakalım şimdi bisiklete niye binemediğini.”

“Bu nasıl cevap böyle?” diye şaşırmış arkadaşı. Bir yandan aralarında geçen bu küçük sohbeti düşünmüş. Bir zaman sonra, “keşke arkadaşımın oynamasına izin verseydim, bizim gibi beceremiyor diye dışarıda tutmak haksızlık olmuştur” demiş kendi kendine. O anda bir keder tutmuş içini. “Ben de top oynamayı beceremiyorum diye dışlansam çok üzülürdüm” demiş.  Gitmiş bisikletin yanına, pedalına ayağını uzatmasıyla, hop diye bisikletin üstünde buluvermiş kendisini.

Kendi ayrı şaşırmış, diğer çocuklar ayrı.

“Daha demin ayağı tutuluyordu da binemiyordu bisiklete, şimdi ne değişti ki?” diye bağırmışlar.

Tur üstüne tur atmış mahallede bisiklet. Çocuk indiğinde demiş ki kendine “bu bana ders olsun, bir daha kimseyi dışlamayacağım ben.”

Bisikletten iner inmez bu sefer kendi arkadaşları sarıvermiş çocuğun etrafını.

“Sen bisiklete sokulduğunda, ölü gibi duruyordun, şimdi nasıl binebildin?”

“Kendi dilimde şarkı söylediğimde beni niye ayıplıyorsunuz?”

“Burada bizim dilimizden başkası konuşulmaz.”

“Siz de benim doğduğum yerlerde doğabilirdiniz; diliniz, örfünüz benimki gibi olabilirdi.”

“Sen böyle yaptıkça biz seni hain bileceğiz.”

Gözlerinden yaş gelmiş çocuğun da yalnızca bir arkadaşı cebinden mendilini çıkartıp silivermiş gözyaşlarını. Diğerleri gibi düşünmese de, zaman zaman çok kızıyormuş ona. Düşünmüş taşınmış da, “arkadaşım bizim dilimizde bizimle arkadaşlık edebiliyor, anlaşabiliyor da biz onun dilinde bir selamlaşamıyoruz bile.” Çok utanmış, çok duygulanmış da sarılıvermiş arkadaşına içtenlikle.

Bisiklet kendiliğinden  çocuğa doğru gelivermiş de çocuk kendini bisikleti sürerken buluvermiş. Neşe içindeymiş çocuk, coşkusu, umudu koskocamanmış.

Çocuklar yine bakakalmışlar bu duruma; kimi kızmış da düşürmek istemiş çocuğu bisikletten, ama ne olduysa, nasıl olduysa kendilerini buluvermişler yerde kan revan içinde.

Kimi çocuğa küfredeyim demiş de, o küfür ağızdan çıkamadan yumruk gibi oturmuş boğazına.

Çocuk bisikletten inince etrafına doluşuvermiş bir sürü arkadaşı.

“Sen deminki gibi hain de değilsin. Demek hain olmayanlar da binebiliyor bisiklete. Sen nasıl bindin, bunu bir söyle bize.”

“O arkadaşımız da canımız, ciğerimizdir bizim. Böyle düşündüğünüz sürece bisiklete binemeyeceksiniz.”

Biri atılmış hemen.

“Tamam, o da kardeşimiz bizim. Hatta onu en çok ben seviyorum. O çok iyi bir insan.”

Sonra bisiklete binmek istemiş hemen, kaskatı kesilivermiş. Pedala ayağını uzatmak istemiş, öyle kalakalmış. Dönmüş arkadaşlarının yanına.

“Bakın, onayladım onun ne kadar iyi bir insan olduğunu ama bisiklete yine binemedim.”

Gülüvermiş çocuk.

“İçten değilsin” demiş, “ikiyüzlüler binemez bu bisiklete.”

Bir başkası demiş ki,

“Tamam, belki biz yanlış düşünüyoruz ama söyle, bisiklete binebilmenin başka bir yolu yok mu?”

“Senin baban sana çok güzel bir ayakkabı aldı diye niye hava attın bizim yanımızda?”

“Çok sevinmiştim, sevincimi paylaşmak istedim.”

“Hepimizin ayakkabısı eski, niye öyle yaptın bize?”

Bir anda yüzü kızarıvermiş arkadaşının. “Malla mülkle övünmek ne saçma şey” diye düşünmüş. Birdenbire diline o dışladıkları çocuğun kendi dilinde söylediği şarkı dolanıvermesin mi? Demiş arkadaşları;

“Hani sen bizdendin, ne oldu sana?”

“Hepimiz bir değil miyiz, hepimiz can değil miyiz” deyivermiş çocuk da bisikletin selesine kuş gibi süzülüvermiş.

“Allah Allah, bu işte bir iş var” demiş çocuklar; “karakteri değişen, huyu suyu bozulan bisiklete biniyor!” diye düşünmüş nicesi.

Akşam karanlık çökünce eve varmışlar da anne babalarına, hısım akrabalarına anlatmışlar olan biteni. Ah neler neler dememiş anne babalar, ah ne zehir zemberek konuşmuş hısım akrabalar.

“Bisikleti parça parça edelim” demişler.

“Bu bisiklete binenler mahallemize zarar verenlerin çocukları. Oturdukları evleri yakalım” demişler.

“Kız çocuğu bisiklete biner miymiş, bisiklete binen kız çocuklarını dövelim” demişler.

“Şu terzinin çocuğu yok mu; onun kız mı oğlan mı olduğu belli değil, defolup gitsinler buradan” demişler.

“Bizim sağlam çocuklarımız binememiş de el alemin engelli çocukları binivermiş bisiklete;  o çocuklarla arkadaşlık etmelerini yasaklayalım bizim çocuklarımıza” demişler.

Dışlananların,  horlananların, yalnız bırakılanların gücü kuvveti oluvermiş bisiklet.

Evi yakılmak istenenin evi yanmamış bir türlü. Kim ki bir kabalık yapacaksa o kabalık kendisini bulmuş. Kim ki bir fenalık yapacaksa o fenalık kendisine dönmüş.

Ne yapsalar, ne etseler bisiklete bir çizik bile atamamışlar.

Bunun sebebini çok azı düşünmüş. Düşünenlerin de çok azı sebebini anlayıvermiş de kimi yedisindeyken, kimi yetmişindeyken can oluvermiş.

Nicesi kibrinden, bencilliğinden caymamış da bir de gururlanmış bununla.

Bisiklet nice mahallelere girmiş, nice köylere, kasabalara varmış.

Saklı duran nice vicdanı uyandırıvermiş bisiklet, nice harını söndürüvermiş ayrımcılığın. Nice çocuğa yaren olmuş, nice kenarda köşede tutulana yoldaş olmuş.

Bisiklete biniveren cümlesi can olmuş da candan bilinmiş bir ömür boyu.

Bisikletin masalı da burada nihayet bulmuş.

Ergür Altan

erguraltan@gmail.com

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu