Kürdüm… Betonlar altında güneşi beklerken umut pırıltılarını arayan… Ekmek ve sudan çok özgürlüğe ihtiyaç duyan… Tanrının unutuşlarına dahi direnip Simurg gibi kendini küllerinden var eden…
Memleketi uzaklarda bırakılmış bir mülteciyim, denizlerin dibindeyim. Umut yok burada, sadece soğuk var, nefes alamıyorum. Nefesimi kesen deniz değil, dünyanın ta kendisi.
Gülşah öğretmenim, kesilen, doğranan, tecavüzlere uğrayan bedenimin üzerine insanların gözyaşı döktüğü. Göz yaşlarını döküp acıların dindirdiği… Vicdanını bir başka Gülşah öğretmene dökeceği göz yaşlarına sakladığı…İnsanların vicdanını rahatlattığı ağlama duvarıyım…
Eş cinselim… Her gün nefrete maruz bırakılan… Ruhum, aşkım, benliğim dediklerim insanın hakikati… Değişiyor her şey, yakında bana da sıcak bakacaksınız. Yine vicdanlar rahatlayacak. Her gün öldürülen yaratılmış zihniyetler… Özgürlüğüm o zihniyetlerin lağvedilmesinde saklı.
Depremzedeyim… Çadırın ağzından kışı izlerken kolilerden çıkan taşları ve bayrakları düşünerek üşüyen… Sığınacak sadece halkı ve eski battaniyesi olan…
Tutukluyum… Ne iyot kokusunu, ne çocuk kokusunu, ne taze ekmeği özlüyorum…Özgürlüğü özlüyorum… Dışarıdayken de özlediğim kadar… Uğruna ödediğim bedelleri tekrardan göze ala ala… Biliyorum ki yalnız başına Özgür olunmaz… Ya herkes özgürdür, ya da herkes köle.
Dünyada bir kiracıyım… Kim tarafından kiralandığını bilmeden yaşıyorum…Yüreğim kavanozda… Ancak o belirlemiyor beş kuruşluk kelimeleri… Kelimelerim kırıyor kavanozu, camlar saplanıyor dilime. En azından gidene kadar, anlam yüklü yaşamak istiyorum.
Roboski’de bir kadınım. Çocuklarının canlarına Türk lirasıyla ücret biçilen. Devletliler konuştukça her gün ölümün zalimliğini yeniden anımsayan… İnadına doğuracağım özgürlükleri. Bakmayın şimdiki göz yaşlarıma. Beşbin yıldır ağlıyorum…
Sokakta bir köpeğim, sokağın anlamını düşünme çabasında olan… Evcilleşen kardeşlerim vahşileşti, insanlaştı… Bense karın altında hürlüğün tadını çıkarıyorum kurşunları beklerken…
Talebeyim… Zihni devletçi sistemin kiri, pasıyla doldurulan… Özgür gelecek yaratayım derken insanları sistemin içine çeken ve bunun hiçbir zaman farkında olmayacak olan. Boş hayallere sevdalanıp, hakikatin işçi tulumunu ayaklar altına alan…
Engelliyim… Acıyan bakışlara maruz kalan, her yeni güne noksan olduğumu düşündüğünüz yanlarımı düşünerek uyanan… Engelim kendim değil, insan öğütme makinesine dönen sistem. Belki bir partinin seçim vaadi olurum, sonumu bile bile…
Aleviyim… Yıllarca gizliden dem tutup en büyük celladına sevdalanan… Yarın cem evlerim olacak, çoğalacak, özgürleştim sanacağım… Oysa sonu entegrasyon olacak… Kapısında çarpı olan evlerim, öyle bulun beni…
Tersane işçisiyim… Her gün ölüyorum… Evdeki ailemi düşünüyorum halen. Yıllar yılı sınıf egemenliği peşinde koştum… Sınıfsız bir dünyanın mümkünlüğünü anlatmadılar, göremedim. Zigurrat’ın en altındayım… Benim gibi yaşamadan beni anlayamazsınız.
Hrant’ım! Ermeni’yim! Karin’in hikayesi halen burkar yüreğimi… Katilim toplumun reflekssizliği… Ölümüm ardından “faşizme inat, kardeşimsin Hrant” sloganları attınız, mücadele etmediniz… Her yıl 19 ocakta hatırlanırım… Size delik bir pabuç ve kurşun geçirmez fikirler bıraktım, zikriniz olsun diye… Yine de ümitliyim…
İmamım… Yalnızca devletin ehemmiyetini anlatmasına izin verilen… Tevazuyu geri çevirmek devrimle olur… Kelimelerim harflerden değil, iktidarlardan oluşur…
Travestiyim… Vücudundaki üç bıçak yarasını nerde aldığını hatırlamayan… Her “ öteki” gibiyim…
Kız çocuğuyum… Batıda metanın en derinleşen geleceği, Doğuda güneşin aydınlığı, devletin karanlığı olan…
Kadınım yine… Öldürülen, tecavüz edilen, reklamlarda vücudu parça parça satılan. Erkekleştikçe özgürleşti sanılan…
Fukara bir askerim… Üzerime çok büyük gelen üniformanın içinde dağlarda yaşamını yitiren. Bakmayın benim “vatan sağ olsun“ naralarına kanıp gittiğime… Topraktayım şimdi… Keşke ülkem uğrunda ölmüş olsaydım.
Tüm ötekilerin toplamıyım ben… Azınlığım her yerde, değer görmeyen… Bazen malzemeyim gazete köşelerine, bazen sermayeyim köhnemiş melodilere… Oy kapısıyım seçim meydanlarında… En çok empati kurulan benim… Empati kuruldukça ölen de benim… Hayalperest olmak güzeldir. Hayallerin için savaşmayı bilirsek. O zaman göreceğiz ki ağzımızdaki gümüş kaşık, altımızdaki kadife yastık paylaştıkça güzelleşecek. Empati kurmak, değiştirmek için bedel ödemeyi göze alabilmektir biraz…
Berat Birtek’in Pelin Batu’nun “Sen olmak” başlıklı yazısına atfen yazdığı yazısı.
Dünyalılar