Büyük tahammüller çağındayız. Sürekli sabrımızın sınandığı ve tıpkı ateş alır gibi sevmelerimizden vazgeçirildiğimiz bir sindirilmişlikler çağı bu. Gözümüzü açtığımız andan itibaren tahammül etmemiz gereken bir çok şey ve kimseyle boğuştuğumuz kişiliksizleştirme çağı. Kişiliğimizi kaybettikçe, yoksunlaştıkça kazanacağımız bir çağ. Her gün onlarca el sıkarak, gülümseyerek ve güzel sözler söylemek zorunda kalarak tamamladığımız hayatımızın kendisinden utandığımız bir çağ. Ve bu çağda bunca sahteliğe karşın ayıp olan küfretmek.
Çoğu zaman sıktığımız ellerin sahiplerine tahammül edemeden sıkıyoruz ellerini. Güldüğümüz yüzlere tahammül edemeden gülüyoruz çokça. Hep aynılaşıyor söylediğimiz sözler. Ve tahammül etmemiz gerekenler artıyor her gün. Zarafet doluyor her yanımız. Kırıldıkça kırılıyoruz. Oysa çoğu zaman ağız dolusu küfürle uyanmak istiyoruz güne ve kimi yüzler tükürülmek için duruyor önümüzde. Tahammül ettikçe söyleyemediklerimizi biriktiriyoruz ve “dilimizin ucunda küfre dönüyor her sözcük”. Küfür etmenin ayıp olduğunu söyleyenlerse tahammül çağırıcıları. Yere bile tükürmenin ayıplığından söz edenlerse sistemin bekçileri. Kızgınlığımızı küfürle süslemenin ve yüzlere tükürmenin asaletinden yoksun kalmamız isteniyor. Onlar tahammülü kutsarken her birimizin çürümesinden sorumlu olanlar. Erkeklerimizi ve kadınlarımızı çürütüyorlar. Çocuklarımız çürük ağaçlardan kopardıkları çürük meyvelerle doyuruyorlar karınlarını.
Tahammül ediyoruz. Her şeye ve herkese tahammül ediyoruz. Oysa tahammül suskunluk demektir. Suskunluğun kutsandığı bu çağda bizler tahammül eden, kendinden veren, kendini eksilten, kendini yiyen oluyoruz. Tahammül öfkenin bastırılması, sistemin devamı olarak çıkıyor karşımıza. Tahammül edip kurtulduğunuzu sandığınız an ve yerde kendimizden gelen o çürük kokusunu duyumsuyoruz.
Bu çağ gündelik tahammüller çağıdır. Uyandığımız anda başlayan gündelik tahammüllerimiz var hepimizin. Örneğin uykusuzluğa tahammül ediyoruz. Oysa hiçbir çağda bu denli uykusuz kalmamıştık biz. Sistemin gözleri uykunun üzerindedir. Onun için kıymetlidir uyku. Onun için özgür olduğumuz tek alan uykuya tahammülü yoktur onun. Uykunuza girmek ve yapamıyorsa sizi uykunuzdan etmek için çalışır durur sistem. Rüyalarınıza henüz reklam almıyorsanız bugünlerinize şükredin. Rüyalarınızın en güzel yerinde bir densiz çıkıp “Rüyalarınızı bizimle gerçekleştirin” demiyorsa henüz iyi günlerinizdesiniz demektir.
Tahammülümüz azalıyor. Bizim bu dünyaya, bu dünyanın bize. Bizim en yakınlarımıza, “efendilerimizin” bize. Çünkü bütün tahammülümüzü tüketiyoruz. Sevdiklerimize yalnızca kof ve boş bir anlamsızlıkla bakıyoruz gün sonlarında. Sevdiklerimize tahammülümüz kalmıyorken bütün enerjimizi soğuruyor yaptığımız o boktan işler ve onların sahipleri.
Sabah erken uyanmaya tahammülünüz kalmadı mı? İşe giderken duyduğunuz o küçük öfkeler mi sıkıyor sizi? İş yerlerinizde devlet midir boğazınızı sıkan yoksa küçük devletçikler mi içinizde yarattığımız. Kendi yarattığımız küçük devletçiklerle yaşıyoruz ve yaşlanıyoruz. Ve biz böyle oldukça var olabiliyor o büyük devlet de.
O nedenle kimi zaman en güzel ihtimaldir ölüm.
Ben bunları yazarken arka masamda “Yaşamak güzeldir” diyor bir adam kendisine hizmet eden garsona. Ekliyor “Sen” diyor “Bir portakal suyu getir bana çok mutsuz görünüyorsun”. O büyük tahammül devreye giriyor yine. Küfretmek hoş karşılanmıyor. Tükürülecek yüze gülüyor garson ve işine koyuluyor.
Tahammül ediyoruz. Oysa kimi zaman en iyi ihtimaldir ölüm, biliyoruz.
Enver Gökçe o büyük tahammülden söz etmişti bize: “Sana selam olsun/ Zincirin zulmün kar etmediği/ Kırbacın kar etmediği/ Büyük tahammül!” Kor gibi şiirler bırakarak o da göçüp gitti bu dünyadan. Onun şiirlerini “bir mıh gibi” taşıdık aklımızda. Oysa yaşarken tahammül edemedik ona. Bir huzurevinde tükettik onu. “Oğulu uşağı bir de karısı hastir çekti” ona. Sistem tüketti bizi ve küfretti değerlerimize bütün gücüyle. Ve Seyranbağları huzurevinde bıraktı koskoca bir devrimci gelenek ölüsünü. Ve Aleviler. Bütün duvarlarına yazdılar Aşık Hüdai’nin sözlerini: “Bütün evren semah döner”. Bu cümlenin altında ezildiler ama Hüdai’nin acından ölmesinin altında ezilmediler. Küçük devletçikleriyle seyrettiler kendi değerlerinin ölümünü. Onlar da tahammül ettiler.
Büyük tahammüller çağındayız. Ve küfür yasaktır. Oysa kırılarak konuştuğumuz sahtelikler dünyasında ölümünü seyrettiklerimiz kadar gerçek bir yokluk içindeyiz.
Ali Murat İrat