“Bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır ne söylemeye dilim varır ne düzeltmeye gücüm yeter meyus bir papağan gibi tenhada bırakılmış harıl harıl içimdeki bozgunla söyleşirim..”
Atilla İlhan
Yaşam çizgimiz bundan tam on bin beş yüz yıl önce birlikte yazılmaya başlandı. Tam on bin beş yüz yıl. Tarım toplumuna geçiş, özel mülkiyet ve mülk kavramının ortaya çıkışı, sabanın icadı ve biz kadınlar. Bizim yani insan dişisinin ve evcilleştirilmiş diğer hayvanların aile reyisi olan düdük makarnasının “malı” sayılmasının hınç yüklü onbin beşyüz yıllık hikayesi. Göçebe göçebe yaşayıp giderken, her şey herkesin iken, dereler özgür, aynı göğün altında sevinirken birden birilerine ait birer mal haline dönüştürülmüş bulduk kendimizi. O gün bugündür hayvanların halleri ahvalimizdir.
Becerileri ve yetenekleri köreltilen, doğa ile ilişkisi kesilen, insan erkeğinin getirdiğine mahkum edilen, biraz sivrilince ibreti alem olsun diye yakılan, şeytanlaştırılan, tanrılara kurban edilen birer figür oluverdik. Yumurtası için hapsedilen bir tavuk ve boynuna geçirilen koca demirlerle tarla sürmeye zorlanan bir öküzün sütü çalınan dişisi ile aynı acıyı paylaştık.
Erkeğin mülkünü, “hayvanını”, “kadınını” çekip çevirebilecek, onları kendi erkekliği hariç diğer düşmanlardan korkuyabilecek klonunu inşa etmesi gerekiyordu. Soyunu devam ettirebilmesi için ihtiyacı olan rahim idi sadece. Dişilik pazardan meyve alır gibi en az üç tane olayına böyle böyle indirgenmişti. Bir insan dişisi dünyaya erkek bir bebek getiremiyorsa ihtarla zorlanırdı. Tehditle zorlanırdı. Dişiliği aşağılanırdı. Ailenin lekesi sayılırdı. Üç doğum, beş doğum zorlanırdı, eğer hala hayattaysa bir başka insan dişisine yerini bırakırdı.
Neydi tüm bu kötü hikayenin başlama sebebi? Neydi ürettiğimiz ilk artı değer? Kim ne kadar alanı çitlerle çevirebilecekti ve neyin kavgasını vermeye başlamıştık?
Tüm imkanları, tüm rahat yastıkları, tüm rahat koltukları, tüm elbiseleri, tüm devlet vergili, dinleme ve istihbarat olanaklı cep telefonlarını, iletişebilen bilgisayarları, duble yolları, üçüncü ve beşinci köprüyü, kuşları öldüren uçakları, göç yollarına dikilen gökdelenleri, arkasından zehir saçan, petrol için can alınmasına sebep olan motorlu araçları, medeniyetin tüm imkan ve olanaklarını, dereleri kurutan, balıkları öldüren, yeşili solduran enerji ihtiyacını, ölü bedenleri market raflarında birer metaymış gibi satılan canlıların boğazına dayanan bıçakları, ağaçların canını alan testereleri, kadınların yüzlerinde patlayan tokatları yarattık.
Kare kafanın kare vücutta vücut bulduğu ve üzerinde “love pink” yazan sarı birer tişört idük. Gel zaman git zaman mutsuzluktan uyanmak bile istemeyen.
“Deliriyorum,
uzun aralıklı
ve berbat aklı başında dönemler geçirerek…”
Edgar Allan Poe
Dicle Ürünay
Dünyalılar