Doktorluk yapıp, aynı zamanda koroda şarkı söyleyebilir, yıldız haritaları çıkarıp, kimya deneyleri ya da matematik problemleri üzerine kafa yorabilir misiniz? Hemen “Yapamam” demeyin. Kendinizi bu kadar hafife almayın. Düşünün ki, bir zamanlar ‘herkes’ yapıyordu. En azından deneyin ve mutlu olun.
Geçenlerde hayatımı değiştirme konusunda umutsuzluğa kapıldım. Daha fazla şey yapabilmeyi; örneğin bir katedral inşa etmeyi, ekmek pişirmeyi, evreni anlamayı, yıldızları hesaplamayı, denizlerin haritasını çıkarmayı, eski Yunanca’dan çeviri yapmayı, esprili konuşma metinleri yazmayı ve ata binmeyi öğrenmek istiyordum.
Bunun nedeni, uyumadan önce okuduğum, İsviçreli tarihçi Jacop Burckhardt’ın ilk kez 1860 yılında Basel’de basılan ve o zamandan bu yana, sık sık bütün zamanların en ilham verici ve kapsamlı tarih kitaplarından biri olarak değerlendirilen ‘İtalya’da Rönesans Medeniyeti’ adlı kitabıydı. Burckhardt, Rönesans üzerine cesur bir tez öne sürüyordu; bu dönemin, yeni ve kayda değer birey türünün, ‘Rönesans insanının doğuşuna tanıklık ettiğini söylüyordu.
14’üncü yüzyıldan önce, insanların yalnızca bir alanda uzmanlaşabilecekleri, uzmanlaştıktan sonra da bunun ötesine geçemeyecekleri, başka alanlarda varlık gösteremeyecekleri düşünülüyordu.
Tüccarlar ticaret yapmaya saplanıp kalmış, akademisyenler İncil’i yorumlayıp durmuş ve mimarlar bina tasarlamanın ötesine geçememişlerdi. Sonraları, 1300’ler civarında, İtalya Yarımadası’ndaki şehir devletlerinde, belli başlı alanlarda çalışan zanaatkârlar, gerçekten dolu dolu bir hayat sürmenin, çok geniş bir alanda farklı aktivitelere girişmekle mümkün olacağını savunmaya başladı. Rönesans insanı, yalnızca tek bir şey yapmakla tatmin olmuyor, kişiliğinin her yönünü geliştirmek istiyor; sanat, mimarlık, heykel, politika, bilim ve ilim alanlarında katkı sağlıyordu. Mahkemede ve kütüphanede, pazaryeri ve konser salonunda aynı ölçüde rahattı. Bir katedralin tasarımıyla uğraşmak, matematikle ilgilenmeye engel değildi. Hem büyük bir devlet adamı hem de büyük bir şair, tüccar ve bilimadamı olmak mümkündü. Pek çok farklı amacın peşinde koşmak, ikilem yaratmıyordu; kişinin sahip olduğu tüm yeteneklerden yararlanmaya çalışması çok doğaldı. Amaç, ‘uomo universale’ yani ‘çok yönlü insan’ haline gelmekti.
Burckhardt, Rönesans insanına örnek olarak, Dante, Lorenzo il Magnifico ve Leon Battista Alberti’yi gösteriyor. Alberti, büyük bir sanatçı ve mimardı, ama aynı zamanda jimnastik, at binme, yemek pişirme, medeni ve dini hukuk ile fizik ve matematik alanlarında da uzmandı. Ayrıca, düzinelerce esprili konuşma metni yazdı. Hatta köpeğinin ölümünün ardından düzenlediği cenaze töreni için, onun sadakatine ve sabrına övgüler düzdüğü bir nutuk kaleme aldı. Hayat diskuru şuydu: “İnsan isterse, her şeyi yapabilir.”Her zaman, hem uzun atlama yapıp hem matematik problemleri çözemeyebiliriz, ama yapabileceğimizi duymak ve Rönesans’tan önceki atalarımız gibi, yalnızca tek bir işte uzmanlaşmak zorunda bırakılmaya direnmek güzel. Tıpkı şimdi olduğu gibi, o zamanlar da uzmanlar, diğer insanların, kendi yaptıkları işi olanaksız derecede zor bulmalarını sağlamaya çalışıyordu. Rönesans insanı, onların yanıldıklarını kanıtlamanın en azından denemeye değeceğini biliyordu.
Bu yazı ilk olarak Tempo dergisinde yayınlanmıştır.