Çok daha fazlasını yok ettiğinize göre yanan ormanlara ağlamıyorsunuz, katledilen doğal yaşama, borulara hapsedilen ve satılan sulara, kurutulan göllere, nehirlere.
Hrant’ı tehdit eden valiyi iç işleri bakanlığına terfi ettirdiğinize göre (ki o valiyi, yolsuzluk yaptığı ortaya çıktığı halde alt yapısını hazırlamadan istifa ettirmediniz) Hrant’ta da üzülmediniz.
Roboski’de ekmek parası için, sonradan uydurulan sınırın ötesinden yüz yıllardır yaptıkları gibi mal alıp getiren köylülerin üzerine bomba yağdıranları ortaya çıkarmak (katili tanıyoruz!!!) yerine ölenlerin ailelerine susmaları karşılığında para teklif ettiğinize göre o insanlar da çok umrunuzda değil.
Gezi direnişinde kör ettiğiniz gözler ve öldürdüğünüz canlar için üzülmediğiniz, talimatı ben verdim diye efelenmenizden belli.
Sivaş katliamının avukatlarıyla meclis sıralarında arkadaş olduğunuza göre diri diri yakılan o insanlar için göz yaşı dökmediğiniz ortada.
Cumartesi annelerine “o kadınlar her hafta neden oraya gidiyorlar bilmiyorum” dediğinize göre devletin işkencehanelerinde yok edilen insanların (anneler için evlatlar) hiç değilse kemiklerinin geri istenmesini dahi anlayamayacak körlüktesiniz.
Sizi eleştiren her düşünceyi susturuyorsunuz, adalet yalnızca sizin işinize yarayacağı zaman aklınıza geliyor, “800 TL asgari ücretle bal gibi geçinilir, işçi ölümleri medeniyet göstergesidir” dediğinize göre neredeyse açlık sınırında yaşayan milyonlarca insan için her hangi bir kaygı hissettiğiniz düşünülemez. Bu örnekleri o kadar çok artırabiliriz ki…
PEKİ SİZ NİYE AĞLIYORSUNUZ???
Yalnızca müslümanların (sünni olmak koşuluyla) ölmelerine mi? Ki bu ölümler, emperyalist taşeronluğunuzla kat be kat artmışken.
Birkaç gündür sizi ve yandaşlarınızı(verdikleri kayıtsız şartsız destekle, rant ortaklığı ve kısa vadeli çıkarlar uğruna zorbalığa göz yumarak ve alkışlayarak ülkeyi bir diktatörlüğe çeviren yandaşlarınızı) anlamak için çok uğraştım, empati yapmaya çalıştım. Ama olmuyor, yapamıyorum, uyuyamıyorum, yaptıklarınızı görmezden gelemiyorum.
2014 yılında da 2013 yılında olduğu gibi söylemlerimize maruz kalacaksınız, bu devlet halkına yaptıklarından özür dileyene, gerçek patronun halk olduğu ilan edilene kadar ve bunu gerekirse sokaklarda söke söke alana kadar, düşüncenin asla ve asla yargılanmadığı, değişimin önünü tıkamanın esas vatan hainliği olduğunun anlaşıldığı, özgür ve bağımsız haber alma kaynaklarına kavuşmuş, yargının tam bağımsız ve seçimlerin şeffaf ve tam katılımlı yapıldığı doğrudan ve katılımcı demokrasinin yerleştiği bir ülke, ‘kutsallarla’ hipnotize ve istismar edemeyeceğiniz tarihsel bilince ve bilime hakim, kendi öz zeka ve özgür iradesine güvenen aklı hür nesillerin yetişmesi için var gücümüzle mücadele edeceğiz.
Sınırların yalnızca coğrafi ve kültürel soyut çizgileri ifade ettiği, devletlerin, halkların emrinde ve tam kontrölünde, hesap vermeye açık birer iş görme kurumları olarak görüldüğü, kesinlikle ordusuz ve hapishanelerin yalnızca adi suçlar için ve insanları topluma yeniden kazandırmaya odaklı birer ıslahhanelere dönüştürüldüğü, sadece insanlar için değil tüm canlılar ve doğanın kendisi için özgür bir dünya yaratılana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bugün kötülüklerin Türkiye’deki kaynağı sizlersiniz ama sanmayınız ki bu gayr-ı meşru ve kanlı sistemin diğer paydaşlarının iktidara ulaşmak için yaptıkları onursuz yöntemleri izlemiyoruz.
Biz halkız ve bir canavara dönüşmüş olsanız da sizlerden korkmuyoruz…
Deniz KARTAL