Arka Bahçemiz

Sahip Olmak ya da Olmak

Edward Bernays’ın tüketen toplumuna karşıt Erich Fromm’un üreten toplum modeli…

Sigmund Freud, psikoanaliz çalışmalarıyla birlikte, insanı mekanik bir varlık olmanın ötesine taşımış, ruh çözümlemeleriyle insanlığın geleceğine etki edecek tespitlerde bulunmuştur. Bu çalışmaların bir çok bilim insanına ilham kaynağı olduğu bir gerçektir. Bunlardan biri olan Edward Bernays, daha önce “Tüketim toplumunun mimarı: Edward Bernays” başlığı ile halkla ilişkiler ve propoganda kavramının mucidi olarak Dünyalılar’da yer almıştı.

Amcası Sigmung Frued’un açıkladığı üst-ben ( Babasal yasaklar ve toplumsal yasaların toplamı, kişinin içine sindirilir. Aynı yolla bireylere bir otorite, bir kurum veya bir fikir enjekte etmek de mümkündür. Kişi artık onlara sahiptir ve bu şeyler sonsuza denk onun içinde izlerini, belki de etkilerini sürdüreceklerdir) düşüncesinden yola çıkarak, insanların bir lideri takip etmeye ve yönlendirilmeye açık bir varlık olduğunu keşfetmiştir. Edward Bernays, kitlelerin kontrolü için uygun yöntemler geliştirerek, insanlara ihtiyacı olmayan ürün ve fikirlerin satışını gerçekleştirmiştir.

Hamlet olmak ya da olmamak

Edward Bernays ile hemen hemen aynı dönemde yaşamış, Freud’un psikoanaliz çalışmalarını incelemiş olan diğer bir bilim insanı Erich Fromm ise, Bernays’e aksi bir görüş sergileyerek, eleştiri niteliğinde şu şekilde açıklamalar yapmıştır :

“Yemek ve içmek yoluyla bazı şeylere sahip olmak eğilimi, çocukluktan başlar. Küçük bebek, evriminin bir dönümünde, sahip olmak istediği şeyleri ağzına götürür. Bedensel güçleri, sahip olmak istediği şeyleri denetlemesine yarayacak aşamaya gelmediği için, çocuk bu türlü davranmayı seçer.

Yamyamlığın çeşitli biçimleri de, bu konuya iyi bir örnek olabilirler. Yamyamlar başka bir insanı yemekle, onun güçlerinin de kendilerine geçeceğine inanırlar. Cesur bir insanın yüreğini yiyen kişi, cesaret bulur. Bir totem hayvanı yenilince de, onun sembolize ettiği tanrısal güce ortak olunur, hatta kişi tanrısal güç ile bir olur.

Ama bir çok nesneyi fiziksel olarak yemek ya da yutmak olanaksızdır. Bazen bu başarılsa bile, sindirim yolu ile yine dışarı atılır bu nesneler. Buna karşılık, sembolik ve majik sindirme işlemi gerçekleştirilebilir. Eğer bir Tanrı’nın, bir babanın ya da bir varlığı içime sindirdiğime kendimi inandırabilirsem, bu sembolü benden kimse alamaz ve sindirim sistemi yoluyla dışarı atılamaz. O nesneyi sembolik olarak yutarım ve sonra içimde yaratacağı sembolik etkiye kendimi inandırırım.

Bu sindirme işleminin, psikolojik bir ihtiyaçtan doğmayan biçimleri de vardır. Örneğin tüketim ideolojisi, tüm dünyayı yutma arzusu ile doludur. Tüketici ise, sürekli ağlayarak biberonunu isteyen ve hiç büyümeyen bir bebek olarak kalır, bu toplum düzeni içerisinde.

Zorlama tüketim konusuna ekleyeceğim bir şey de, boş zamanı değerlendirme araçları olan, otomobiller, televizyon ve benzerlerinin zorlama tüketiminin ana nesneleri olduklarıdır. “Boş zaman aktivitesi” bence yanlış bir tanım, bunu “Boş zaman pasivitesi”olarak düzeltmek gerekir.

Özetlersek: Tüketim, günümüz aşırı üretim toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şeyin kişiden geri alınması olanaksız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarıyor. Ama her tüketilen şey, tükendiği anda kişiyi tatmin edemez olduğu için de, insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalmaktadır. Bu çarkın sonu gelmeyen ve hep tatminsiz, hep bir çırpınış içinde kalan modern tüketicileri, kendilerini şu formülle özdeşleştirmektedirler: “Ben, sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim”.

tüketim toplumu

Fromm, İnsanların bu içinden çıkamadıkları döngü için “Sahip olma” isteğini bir kenara bırakıp “Olma” isteğine odaklaması gereğini günlük hayattan bazı örneklerle açıklamaktadır.

Öğrenmek: Sahip olmak yönlendirilmesi altındaki öğrenciler, bir dersi şöyle dinlerler: Bir yandan anlatılan şeyleri dinleyip onlar arasındaki mantıklı bağları yakalayarak, anlamı kavramaya çalışırken, öte yandan da bütün anlatılanları defterine not ederek gelecek sınavda başarılı olmayı amaçlarlar. Ama bu arada anlatılan şeylerin üzerine pek düşünmez ona karşı tavır almazlar. Böylelikle öğrendikleri şeyler, onların düşünce dünyasının bir parçası haline gelmediği için, kişisel gelişme ve evrimlerine hiçbir katkıda bulunmazlar.

Hatırlamak: Sahip olma kökenli hatırlama, iki sözcük arasındaki ilişkinin, sık sık birlikte kullanılmalarından ötürü, mekanik bir işlemdir. Zaman, mekan, büyüklük, renk gibi özelliklere ya da belli bir düşünsel sisteme bağlılıkları dolayısıyla ve çağrışımlar aracılığıyla birbirlerini hatırlatan çeşitli cümlelerin, kavramların ve ilişkilerin bizde bir hatırlamaya yol açmaları da, sahip olma kökenli bir hatırlamadır.
Olmak kökenli hatırlama ise, sözcükler, düşünceler, resimler veya müzikle bilince çağrılan, mekanik bir şey değil, aktif bir canlılık ya da tüm boyutları ile yaşanan canlı bir olaydır. Örneğin, “ağrı” ya da aspirin sözcüğü ile “başağrısı” sözcüğünü birleştirirsek, mantıklı ve geleneksel düşünce çerçeveleri içinde kalmış oluruz. Ama eğer olayın bütünlüğü içinde bakacak olursak, aklıma “stres” ve “sinirlilik” gibi şeyler, yani olayın olası nedenleri de birlikte gelmiş olur.

Konuşmak: Bir konuşma sırasında, X fikrini savunan A ile Y fikrini savunan B arasındaki tipik bir sohbeti ele alalım. İki taraf da karşısındakinin fikrini ve görüşlerini tanıyor olsun. İkisinin de kendilerini düşünceleri ile özdeşleştirdiklerini de varsayalım. Bu iki konuşmacı için önemli olan, kendi görüş açılarını savunacak en iyi kanıtları bulabilmektir. İkisi de ne kendi görüşlerini değiştirmeyi, ne de karşısındakinin görüşünü değiştirmesini beklememektedir. Tek korkuları, sahip olduklarına inandıkları ve değiştirmelerinin bir kayıp anlamına geleceği düşüncelerinden bir sapma yapmaktır.

Bu tavrın karşısında yer alan bir insan, hiçbir şeyi önceden hazırlamaz ve kendini çeşitli biçimlerde pof poflamaya gerek duymaz. Onun yaptığı, olayın içine kendiliğinden ve üretici bir biçimde davranıp, tepki göstermektir. Böyle bir kişi, bilgilerini, toplumdaki yerini unutmuştur ve kendi benliği kendisine bir engel oluşturmadığı için de, başkalarına gerçekten ilgi duyup, onların fikirlerine değer verebilecektir.

Okumak: Basit ve sanattan uzak bir kitap okumak, gündüz zamanı hayal görmek gibidir. Böyle bir kitap okurda hiçbir üretici tepki doğurmaz. Tıpkı boş bir televizyon programı seyrederken, düşünülmeden atıştırılan çerezler gibi bu roman da öylesine yutulur. Ama sanatsal ya da düşünsel olarak iyi olan bir kitap üretici olarak, içsel bir katılma ile yani “olmak” ilkesini harekete geçirerek okunur.

Sevmek: Eğer sevgi, “sahip olmak” türünde ele alınacak olursa, kendinin kılmak, denetimi altında tutmak anlamlarına gelecek ve böylece de canlandırmak ve hareketlendirmek yerine, boğucu, engelleyici ve kısırlaştırıcı bir eyleme dönüşecektir. Çoğu kez aşk olarak belirtilen şey, sevme beceriksizliğini, sevememeyi gizlemek için kullanılan maskeden başka bir şey değildir. Oysa ki sevgi bir soyutlamadır. Gerçekte var olan, sevme eylemidir. Sevmek, yaratıcı bir etkinliktir. Bir insana ( bir şeye) ilgi duymayı, onu tanımak istemeyi, onu anlamayı, doğrulamayı ve onun yanındayken sevinç duyabilmeyi doğurur. Bu ister bir insan, ister bir resim, ister bir ağaç olsun, sevme eyleminin özellikleri hiç değişmez. Sevmek, sevilen insanı ( ya da şeyi) canlandırır. Aynı zamanda kişinin kendisini de canlandıran, yenileyen ve hareketlendiren bir süreçtir.

Tüketim toplumu

Bu örnekleri daha da çeşitlendirmek mümkün.

Hiç kuşku yok ki Erich Fromm’un öğretisinin, soyut olan kavramları daha da soyutlaştıran beklentisinin, günümüz modern insanının geçirdiği deformasyon sonrasında anlaşılması ve içselleştirilmesi oldukça güçtür. Belki bu sebeptendir ki, Edward Bernays kendisine dünya çapında ün ve maddi kazanç sağlayan kolay yolu seçmiş ve yozlaşmayı profesyonelleştirmiş. Ancak günümüzde dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan savaşlar, Avrupa’nın güvenli şehirlerindeki terör saldırıları, kontrolsüzce doğanın tahrip edilmesi, insanların yaşam kalitesinin her geçen gün düşmesi, ekonomik krizler ve mutsuz bireyler Bernays’ın zahmetsiz ve pahalı yönteminin felce uğradığını göstermektedir.

Fromm’un “olma” eyleminin hap yapılıp insanlara kısa sürede yutturulamayacağı bir gerçek olsa da, farkındalıkları yüksek bilinçli bireyler olmaya bir yerden başlamak gerekmektedir. Karl Marx’ın ve Sigmund Frued’un ortak olan öğretisinde ifade edildiği gibi “Gerçekler seni özgürleştirecektir” Gerçeklere ulaşmak ise ancak kuşku duymak ile olur. Kuşku duyan insan soru sorar, aldığı ya da alamadığı yanıtlarla bilinçlenir. Bilinçli insan da “olma” eylemini artık gerçekleştirmeye başlamıştır. Aslında yeni bir toplum yaratmak işte bu kadar da kolaydır.

Erich Fromm -Sahip olmak ya da olmak ( To have or To be ) kitabından alıntılar yapılmıştır.

Tüketim Toplumunun Mimarı: Edward Bernays başlıklı yazı için https://dunyalilar.org/tuketim-toplumunun-mimari-edward-bernays.html

Seyhan Başkaya

Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu