Budapeşte’de sokakta yaşadığı bir belediye bankının üzerine kitabesi dikilen bir evsiz var. Kitabede şunlar yazıyor: “Hayatının son iki yılını ÁBRAHAM SÁNDOR burada geçirdi. Emekli bir madenciydi. Gururlu ve edebiyat aşığı bir insandı! Onuru olan biri asla yoksul değildir”.
Budapeşte’nin zengin semtlerinden birinde sokaktaki bu sıradan bank o günlerde, onun anısına yakılan mumlarla doldu. Ve ardından yine kimin hazırlattığı bilinmeyen bir kitabe, onun anısını yaşatmak için banka iliştirildi.
Çevre sakinleri, son iki yılını bu bankın üzerinde yaşayarak geçiren bu “evsizde” ne bulmuşlardi.
“İki yıl kadar önceydi. Bir gün ansızın bu bankın üzerinde gördük onu. Kimsesizdi, konuşmadan, gelip geçene laf atmadan, dilenmeden orada öylece oturuyordu. Orayı mekân edinmişti yani”.
“Yakında oturuyorum, gelip geçerken bakardım. Farklıydı. Boş şişeleri topluyor, onları geri götürüp eline geçen parayla karnını doyuruyordu. Boş zamanlarında sürekli kitap okuyordu.
“Tam karşıdaki evde oturuyorum. Çok düzenliydi. Geceleri orada uyuyordu. Ama akşam, üzerine örttüğü battaniyesini sabah hep toplar, katlar, bankın altında eşyalarını tuttuğu valize koyardı. Bir gün elinde bir süpürgeyle gördük onu. Bankın çevresini süpürdü, temizledi. Sonra da bu temizlik işini her gün yapmaya başladı. Yakınlardaki dükkânların önünü, karşıdaki bankanın çevresini de süpürüyordu. Sanırım ona bu nedenle dükkân sahipleri birkaç kuruş veriyorlardı.
“Gelip geçerken onu süzerdim. Bir gün göz göze geldik. Bakışlarında ne bir yakarış, ne de bir alttan alış vardı. Eşit insanlar birbirine nasıl bakarsa o da öyle bakıyordu. O bakışın etkisinden kurtulamadım. Bu adamda ne olabilirdi ki, öyle bakıyordu. Eninde sonunda sokakta yaşayan bir dilenci değil miydi? Tabii dilendiğini görmedim, ama nihayetinde sokakta yaşayan bir evsizdi”.
“Karşıdaki dükkânda çalışıyorum. Kitap okuduğunu görüyordum sürekli. Önceleri başkalarına kendini kültürlü göstermek için elinde kitap tuttuğunu düşündüm. Ama gelip geçene aldırmadan okuduğunu da ayırt edebiliyordum. Nasıl böyle kaygısızca kitap okuyabilirdi? Başının üzerinde bir çatı bile yokken? Bir gün yanına gittim. Kitabı ben de severim. Elinde bildiğim bir kitap vardı. Selam verip yanına oturdum ve bir buçuk saat kitap üzerine konuştuk.”
“Şu yukarıdaki şirkette çalışıyorum. Her gün buradan geçerken onu görürdüm. Havalar soğumuştu. Bir gün evden gelirken, kocamın zaten artık giymediği sıcak bir paltosunu getirdim. Ona uzattım, “bunu ister misiniz” dedim. Bana baktı, gülümsedi, teşekkür etti. Samimiydi, ama bir dilencinin şükranı yoktu gözlerinde. Şaşırdım”.”
“Bir sokak yukarıda yaşıyorum. Emekliyim. Onu bir süredir takip ediyorum. Havalar iyice soğuyunca ona gün aşırı yemek getirmeye başladım. Onunla olan sohbetlerimin tadını unutamıyorum. Hayatı hakkında konuşmak istemezdi. Taşradan geldiğini, emekli olduğunu biliyorum sadece. Evi yoktu. Neden evsiz kaldığını kimseye anlatmadı. Bu onun sırrıydı ve kendisine kimsenin acımasını istemiyordu.”
“Liseye gidiyorum. Bir gün elinde, edebiyat dersimizde zorunlu olarak okutulan bir kitap gördüm. Zaten selamlaşırdık. Yahu bunda ne buluyorsun da okuyorsun? Bizim için okunması zorunlu, ona rağmen okumuyoruz, dedim. Eliyle bankını işaret etti. Oturdum. Bana o kitabın hiç görmediğim bir yönünü anlattı. Bir edebiyat hocası gibiydi.”
“Evsizlerin zorunlu olarak belediye tarafından toplandığı belediye pansiyonlarına gitmek istemezdi. Bir kez orada uyudum, her şeyimi çaldılar demişti. Soğuk kış gecelerinde karşıdaki iş merkezinin havalandırmasının çıkışına gider, orada ısınırdı. Sonra geri dönerdi. Bir gün elinde yüzünde şişlikler morluklar gördüm, ne oldu dediğimde, ıstırapla gülümsedi, önemli değil dedi.”
“Son günlerde neşesini kaybetmişti. Zamanının çoğu kısmını bankın üzerinde yatarak geçiriyordu. Bir gün C vitamini falan götürdüm. Kalktı, oturdu, teşekkür etti. Acı çekiyordu belliydi, ama yakınmadı”.
“Aşağıdaki manavın orada çalışıyorum. Bir gün ansızın geldiği gibi kayboldu. Kimse nereye gittiğini anlamadı. Varlığıyla olduğu gibi yokluğuyla da bizi etkiledi. Eksikliğini duymaya başladık. Sonra da bir gece işte bu kitabeyi biri bu banka iliştirmiş. Ölmüştü. Nasıl yaşadıysa, öyle yani gururla aramızdan ayrıldı.”
Evet, bir yanıyla sıradan bir sokak öyküsü.
Ama diğer yandan da evsizlerin, birer vebalı gibi şehir merkezlerinden sürüldüğü bir ortamda bizlere çok temel bir gerçeği anlattığı için sanırım çok önemli bir ders.
Sokağa düşmenin, kişinin gururunu ve insan olma onurunu terk etmesi için yeterli olmadığını gösteren bir öykü. Her şeye rağmen bir bayrak gibi taşınan bu onurun çevredeki insanların değer yargılarını değiştirebileceğinin de bir kanıtı.
Tarık Demirkan Budapeşte, Macaristan / BBC