Savaşların tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih öncesi dönemlerde ve ilkel topluluklarda savaş, var kalabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu olarak insan ile doğanın diğer tüm güçleri arasında sürdürülen bir mücadele iken; modern kapitalist dünyada savaş egemenlik kurmanın ötesinde yeni pazarlar ve pazar ilişkileri oluşturmanın yolu haline gelmiştir…
“İnsancıl” gerekçeler tanımlansa ve kutsal isimler verilse bile gerçekte savaş bu çıkar ilişkilerinin bir gereği olarak yeniden üretilen bir süreci anlatmaktadır. Bu egemenlik ilişkisinin ve sömürünün bir noktadan sonra “savaş”a kattığı yeni içerik, “haksız” ve “haklı” savaş kavramları olmuştur.
Yaklaşık 6000 yılı bulan yazılı insanlık tarihinde 15 binden fazla savaş yaşanmıştır. Bu her yıla yaklaşık üç savaş düşmesi demektir. Her 30 yılı bir kuşak sayarsak bugüne dek dünya üzerinde yaşamış 185 kuşağın içinde sadece 10 kuşağın savaşsız bir ömür sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Neredeyse yaşamı boyunca savaş görmemiş ya da tanık olmamış insan yok gibidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “ barış ve huzur ortamında” bile (1945-1992) irili ufaklı 150’nin üstünde savaş gerçekleşmiş ve 60 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirmiştir. Bu sayının 19. yy savaşlarındaki toplam kayıpların iki katından fazla olduğu belirtilmektedir. 1992 yılından bugüne yaşanan savaş ve çatışmalar bu sayıyı neredeyse iki katına çıkarmış, ölen, yaralanan, mağdur olan ve göç etmek zorunda kalan insanların sayısı daha da artmıştır.
Savaşın yarattığı ruhsal tahribatın geçici olduğu, zamanla kendiliğinden iyileşeceğine yönelik uzun yıllardır sürdürülen inanç özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Vietnam sonrasında geçerliliğini yitirmiş, savaşın bireyi tüm yaşamında kolay düzelmeyecek izler bıraktığı anlaşılmıştır. Son 30 yılın savaşları, Irak-İran savaşı, Afganistan, ABD’nin Irak’ı işgali ve bunlara eklenebilecek birçok savaş vs bu sonuçları tüm açıklığıyla gösteren acı yaşam deneyimleri olarak tarihteki yerini almıştır.
Savaş bir insanda birçok boyutta değişiklik yaratır. Çeşitli ruhsal bozuklukların oluşması ve tetiklenmesi, bireyde şiddet ve saldırganlık davranışlarında büyük bir artışa neden olması, temel insani değerlerin kaybedilmesi, bireyin kendine ve topluma giderek yabancılaşması, gelişmekte olan yeni kuşakların kişilik gelişimi üzerinde olumsuz ve kalıcı değişikliklere neden olması bu değişikliklerin başlıcalarıdır. Savaşlar yalnızca mağdurlarını değil, TV ekranlarından odamıza bir aksiyon filmi gibi giren savaş sahnelerini izleyen insanları, özellikle çocukları da etkileyecek onları da örseleyecektir.
Özellikle son yıllarda savaşlarda hedef alınanların, ölenlerin ve yaralananların yaklaşık yüzde 90’ını sivil halk oluşturmaktadır. En çok etkilenen kesimler çocuklardır. Çocukların maruz kaldığı savaşların örseleyici yaşantıları ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açmış durumdadır.
Tüm dünyada 250.000 çocuk, asker ya da askeri birlikler içinde aşçılık, cephane taşıma gibi çeşitli görevlerde bulunmakta ve savaşa bir biçimde dahil olmaktadırlar. Birçok çocuk bombalamalara maruz kalmakta, sıklıkla cinsel ve fiziksel istismarın kurbanı olmaktadırlar.
Savaş, yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. Örneğin, ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuş, 100.000 kişi başına 4.5’tan 9.3’e çıkmıştır. Savaşa giren toplumlarda şiddet ve saldırı olayları savaştan sonra en az yüzde 10 artarken, girmeyenlerde en az yüzde 10 azalma olmuştur. Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış, savaşın sonu yada niteliğinden bağımsızdır. Savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır.
Uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye çalışan bir devlet giderek bir şiddet toplumuna dönüşecektir. Bir devletin başka uluslarla problem çözme biçimi, giderek vatandaşları tarafından da benimsenecek bireyler içinde özgün bir problem çözme yaklaşımına dönecektir. Şiddet şiddeti doğuracak, şiddet sarmalı giderek büyüyecektir. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştıracak ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştıracaktır. En önemli tehlike budur. Bu tehlikeye karşı başta yöneticiler olmak üzere tüm toplumun duyarlı olması, savaşa karşı durması, barış için çalışması gerekmektedir.
Savaşın sonuçların ortadan kaldırmak, acı çeken ve travmatize olan insanların sağaltılması ve topluma yeniden uyumlandırılması kadar savaşa her yönüyle karşı olmak, savaşı ortaya çıkaran, üreten toplumsal dinamikleri değiştirmek, savaşsız bir dünya yaratmak için çabalamayı da gerektirir. Savaşa karşı olmaksızın sadece onun yaralarını sarmayı hedefleyen bir yaklaşım yabancılaşmış ve kendi geleceğinde söz sahibi olma becerisini kaybetmiş yığınlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Unutulmamalıdır ki, bugün en acı sahneleriyle yaşadığımız bu trajedide her birimizin alacağı tutum, vereceği karar ve sergileyeceği tavır geleceğimizi doğrudan belirleyecektir.
Doç. Dr. BURHANETTİN KAYA – Türkiye Psikiyatri Derneği