Gel bırakalım dünya işlerini bugün. Terk edip insanlık hallerini, bir güzel kapanalım içimize. Bambaşka bir duyumsama içinde olalım; incitmelerden, sorgulamalardan öte bir yerde. Çocuk`su gülüşümüzü çıkartıp yüzümüzün kederli çizgileri arasından, gökyüzüne bakalım seninle apaydınlık.
Şu yıldızlar işte; kimi kitaplarıyla bir yakılan birer aydındılar, kimi resim yaptı diye, kimi şarkı söyledi diye katledilen pırıl pırıl birer yürektiler, kimi “dünya yuvarlaktır” dediği için yıldızlara bezeniverdi, kimi kırıp esaretin zincirini, özgürce düşündüğü, dirençle seslendiği için o sonsuz ışığa süzülüverdi.
Bak şu bir dağılıp bir toplanan bulutlara; kimi sürgünlerden geçmiş güpgüzel birer halktılar, kimi mahpuslar görmüş, kimi işkencelere tutulmuş rengarenk birer ışıltıydılar, kimi özlemlerini yeryüzüne bırakıp bulutlaşıverdi, kimi insanlığa yaralarını serpip gökyüzüne yükseliverdi.
Gör şu çiçeklerin, ağaçların bilgece duruşlarını; kimi yozluklardan, yobazlıklardan kaçıp bir papatyaya duruvermiş sızılı birer candılar, kimi setlere, barikatlara karşı yürüyüp, ulu bir çınarın gövdesinde sır oluvermiş birer umuttular, kimi içindeki duruluğu yitirmemek için menekşelendi, kimi insan`ca hoyratlıklara son bir kez bakıp da ıhlamurların özüne sığınıverdi.
Alıp eline okşayıver şu çakıl taşlarını; kimi daha süt dahi emmeden yitiveren birer bebektiler, kimi yamalı çoraplarıyla, kimi yırtık ayakkabılarıyla öylesine aç, öylesine yoksul okul yoluna düşmüş birer çocuktular, kimi daha fazla dayak yememek için bir deniz kıyısında çakıl taşı oluverdi, kimi daha fazla taciz edilmemek için herkesten uzakta, bir başına düşler kuruverdi
Uzan şu sazlıkların başucuna; kimi fabrikalarda, atölyelerde köle gibi çalıştırılan kutsal birer emektiler, kimi sevdasını sinesine saklayıvermiş ölgün birer aşıktılar, kimi kadın olmanın bedelini ödedi kat kat, kimi erkek olmanın bedelini yüklendi yorgun ömrüne ve en nihayetinde kavuşuverdiler bir sazlıkta birbirlerine.
Nasıl duyumsamalı börtü böceği, çayır çimeni, kuşları, nicesini… Ah canlar, can sızıları, can yorgunlukları; barınamamış, tutunamamışların hayallerinden mi yaratıldınız? Düşlerinden mi doğuruldunuz kendi kabına sığamamış, insan bedeninde acı çekmişlerin? Oyunlarından mı süzüldünüz dünya düzenine ters düşüp de tabiat ananın bağrına ruhuyla bir yaslananların?
Sen ne olacaksın can yoldaşım?
İster misin çağıl çağıl çağlayan bir nehir olup sonsuzluğa akıvermek? Uzaklardan bir yerden babasının bahar bahçelere benzeyen gülüşüyle masmavilenen bir nehir… Ben de rüzgar olacağım serin serin esiveren gün doğumuna, sabah seherine… Yaramız derindedir, yaramız saklı; yine de gülümseyivermeli ruhumuzun şerefine!
Bak ne güzel canlar var yanıbaşımızda; duru, içten ve çocuk`su can parçaları… Yıldızlar mı dersin, bulutlar, sazlıklar mı; kuşlar mı, balıklar, çiçekler mi…Her biri biz`den bir parça, biz de onlardan.
Gel bırakalım dünya işlerini bugün. Terk edip insanlık hallerini, bir güzel kapanalım içimize. Bambaşka bir duyumsama içinde olalım; incitmelerden, sorgulamalardan öte bir yerde. Sen nehirsin, ben rüzgar… Bizi göremez , duyamaz , duyumsayamaz insanlar; biliyoruz ki onların gözlerinde hiç inmeyecek bir perde…
–Ergür Altan– (erguraltan@gmail.com)
Dünyalılar