-Anne, sen babamı sevmiyorsun değil mi?
-O nasıl söz öyle? Baban ayrıdır bende.
-Ama sevmeden evlendin sen babamla.
-Benim sevgim de, saygım da çoktur.
-Yani, demek istediğim, aşık değildin sen.
-Şart mıdır bu?
-İyi bir insan olmasıyla yetinmişsin sadece.
-Onun hissiyatından, yüreğinden emindim kızım.
-Kendini böyle avutuyor olmayasın?
-Niye kırıcı konuşuyorsun benimle ?
-Sanki mutsuzmuşsun gibi geliyor bana çocukluğumdan beri.
-Mutluyum ben kızım. Baban bize nasıl düşkün görmüyor musun?
-Görüyorum elbette, ben de çok seviyorum babamı.
-Tahmin edemezsin şu anda bir çok hanede acı çeken ne çok kadının olduğunu.
-Yetinince mutlu mu oluyor insan?
-Sandığın kadar zor bir şey değil mutlu olmak.
-Sen hiç aşık oldun mu anne?
-Tövbee!
-Söylemem babama, söz!
-O biliyor ki zaten.
-Valla mı?
-Biz birbirimize karşı her daim dürüst olduk kızım.
-Anlatsana anne, kimdi sevdalın?
-Balıkçılık yapardı. Belki devam ediyordur hala. Bir denize aşıktı, bir de bana…
-Denizi mi tercih etti sonunda?
-Hayır, ben babanı tercih ettim!
-Niye peki?
-Aşık olduğum adam, içimi titretendi benim. Tutkuyla sevdiğim, özlediğimdi. O da çok iyi bir insandı. Sevmesini, kollamasını bilirdi. İnce bir adamdı.
-Niye reddettin onu?
-Reddetmek demeyelim buna. Bir düzen tutturamamıştı. Evlenseydik bir fırtına tutacaktı bizi, hissettim bunu.
-Belki aşardınız o fırtınayı.
-Belkinin bazen yeri olmuyor hayatta kızım. Kendi babamdan da biliyorum. O da çabalardı, çırpınırdı ama olmayınca olmuyor işte. Yarama yara eklenirdi evlenseydim.
-Babam nasıl karşıladı bu durumu? O adamı seviyorsun ama babamı tercih ettin.
-Kalbi bir parça kırılmıştır muhakkak. Ama ben babanın insanlığını sevdim, huzurunu, sakinliğini takdir ettim. 20 yıl oldu evleneli. Her gün anlıyorum bir kez daha yanılmadığımı.
-Onu düşünüyor musun hiç?
-Aklıma geldiği oluyor elbette, inşallah iyidir diyorum.
-Özlüyor musun?
-Özlemler bir zaman sonra temenniye dönüşüyor kızım. İyi olmasını temenni etmek yetiyor bana.
-Babama bir şey olsa üzülürsün değil mi anne?
-Bir daha düşünme böyle. Sakın…
-Sevdalını bırakıp, babam da olsa başka bir adamla yatağa girmek…
-Sevdalı Kadınlar Irmağı`nı bilmezsin sen.
-Neredeymiş o ırmak?
-Uzak bir memlekette, çağlar öncesinde bir savaş çıkmış. Memleketin bütün erkekleri cepheye gitmiş. Haftalar geçmiş, aylar geçmiş, döne döne bir avuç erkek dönmüş geri. O erkeklerin sevgilisi olan, nişanlısı, karısı olan kadınlar çok mutlu olmuşlar ama bir karar vermişler kendi aralarında. Gitmişler erkeklerini bekleyen kadınların yanına. Demişler ki” and olsun ki, bizim sevdiklerimiz artık yoldaştır bize sadece. Sizin erkekleriniz dönmeden, ne yatağa gireriz onlarla, ne de gözlerinin içine bakarız! Sizinle bir bağrımıza taş basacağız biz de…” Kadınlar, her sabah erkenden ırmak boyuna giderlermiş. Çakıl taşlarıyla doluymuş ırmak boyu. Erkeklerinin isimleri kazılıymış çakıl taşlarında. Her kadın kendi taşını bulur, okşarmış avucunun içine alıp, öper koklarmış. Suya yalvarırlarmış; sazlıklara, balıklara, Mevla`ya… Erkekleri dönen bir avuç kadın da onlarla bir yalvarırmış,onlarla bir ağlar, dua edermiş. Onlar da çakıl taşlarına erkeklerinin isimlerini kazır, sanki hiç dönmemişler gibi okşarlarmış o taşları, bağırlarına bastırırlarmış. Sevdalı Kadınlar Irmağı denmiş o ırmağa…
-Vefaları, dayanışmaları daha baskınmış sevdalarından…
-Sevda dediğinde vefa yoksa, dayanışma yoksa, kör bir pencere olur sevda sana. Bakarsın o pencereden de gördüğün zifiri karanlık olur. Ama vefa dediğin gökkuşağı gibidir, dayanışma dediğin ay ışığı gibi parlar. Yüreğinde bir burukluk da olsa, elinden tutan, seni karanlığa bırakmayacak bir can vardır.
-Babam sana can olmuş anne…
-Sevdalansan da, dost da, kardeş de olsan, bir bak karşındakine can mı diye? Ben can mıyım ona, o can mı bana diye bir sor, birbirimize destek olabilir miyiz diye bir düşün.
-O adam destek olamaz mıydı sana?
-Mutlaka elinden geleni yapardı o da. Ama baban dedi mantığım bana. Yüreğim suskun kaldı ama babanı gösterdi mantığım. Pişman değilim ben kızım. Ben babanda gökkuşağını ve ay ışığını gördüm…
-Benim erkeğim cepheden dönse, o kadınlarla bir gitmezdim Sevdalı Kadınlar Irmağı`na. Üzülürdüm onlar için, ama gitmezdim.
-Ben seve seve giderdim.
-Dönmüş olsa bile, erkeğinin ismini kazır mıydın bir çakıl taşına ?
-Elbette…
-Ben ölü sayamam ki diri olan erkeğimi!
-Erkeğini bir taşta bile hissedebiliyorsan, işte o zaman diridir sevdiğin sana, ona olan bağlılığın işte o zaman daha da büyür.
-Bu hikayeyi sen uydurdun anne! Çocukken de böyle yapardın bana; sanki kitaptan okuyormuşcasına hikayeler anlatırdın.
-En çok hangisini sevdin peki anlattıklarımdan?
-Sevdalı Kadınlar Irmağı`nı…
-Kör bir pencere değil de, saydam bir pencere olsun sana sevda; gökkuşağını ve ay ışığını göresin o pencereden, ve bilesin ki can`dır senin sevdiğin, anlayasın ki can`dır seni seven, canlanasın onunla bir her daim…
-Sevdalı Kadınlar Irmağı`ndaki bir çakıl taşında onu hissedecek kadar; o taşı bağrıma sıkı sıkı bastıracak kadar…
Ergür Altan (erguraltan@gmail.com)
Dünyalılar