Arka Bahçemiz

Bizim Esas Sorunumuz Ne?

Taksim’de Neler Oldu?  Yine Gaz Yiyecek miyiz?

Mücadele odaklarımızı aşağıda toparlamaya çalıştığım konulara kaydıramazsak işkencenin gaz hali devam edecek gibi görünüyor.

Taksim

1- Düşünce Özgürlüğü

Buraya bina yapamazsınız, bu ağaçları sökemezsiniz dedik. Siz nasıl böyle dersiniz diye tepemize çullandılar.
Sulukule’de yüzlerce yıllık bir kültürü, yaşam biçimini yok sayamazsınız, rant  çetenize çıkar sağlamak için sur içinde bir bölgeyi talan edemezsiniz dedik, siz nasıl böyle düşünürsünüz diye yine saldırdılar, o bölgede yaşayan insanlara harçlık sayılacak paraları verip kovdular ve trilyonlara sattıkları bir konut ve yaşam alanı yarattılar.

Nükleer yapmamalısınız, dünya hızla nükleerden uzaklaşıyor, alternatif ve sürdürülebilir enerji kaynaklarımızı harekete geçirmeli ve enerji tasarrufunu yaygınlaştırmalıyız dedik, siz ne anlarsınız, kesin sesinizi çapulcular, benim %50’im var ben ne dersem o olur dediler. Aynı şeyler HES’ler için de dile getirildi, kazanılan davalara rağmen düşünceler yok sayıldı ve yıkım projeleri tek tek hayata geçirildi.

Köprüyü (3.) yapmayın, esas olan araç trafiğini azaltacak önlemler almaktır, insanlara çağdaş toplu taşıma imkanları yaratın, bisiklet ve yaya yollarını yaygınlaştırın, göçü durduracak gerçek önlemler alın, deniz ulaşımını çok daha etkin olarak kullanın dedik vay siz misiniz bunu diyen, çapulcular, teröristler, siz ne anlarsınız, yarın bir gün bu köprüyü yapacağız utanmadan bunun da üzerinden geçeceksiniz, helikopterimi getirin ben hemen bir güzergah belirleyeyim dediler.

Kanal İstanbul projesi İstanbul’un intihar ve rant projesidir dedik aynı hakaretlere orada da maruz kaldık.

Dünyanın oksijen yoğunluğu en yüksek noktalarından biri olan Kazdağları’nda maden aramayın oranın madeni havası, suyu, denizi, insanı, zeytini, şarabıdır dedik vay münafıklar, memleketin büyümesini istemiyorlar, ırz düşmanı namussuzlar diye atıldılar üzerimize.

Daha önce PKK-Devlet işbirliğini ifşa eden düşüncelerinden dolayı aydınlarımız öldürüldü.

Sivas’ta 38 yaşam düşüncelerinden ötürü diri diri yakıldı.

Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Musa Anter, Kutlu Adalı, Hasan Fehmi Bey (İttihat Terakki Karşıtı yazıları nedeniyle 1909 yılında öldürüldü), Hrant Dink, Metin Göktepe…

Tüm bu insanlar düşüncelerinden dolayı öldürüldüler, çoğu zaman resmi ideoloji yani devlet tarafından kimi zaman da devletin kışkırttığı kişiler ya da gruplar tarafından.

Görüldüğü üzere dönemler, iktidarlar, isimler değişse de düşüncelerinden dolayı acı çeken insanların kaderi değişmiyor. Birilerinin rant çemberine çomak soktuğumuz takdirde her an hainlikle suçlanabiliyor, devletin ‘yüksek çıkarları’ bahane edilerek hedef haline getirilebiliyoruz.

Kolaylıkla galeyana gelebilen kitle farklı düşünen başka bir kesime rahatlıkla saldırabiliyor.

O zaman önce her düşüncenin özgürce söylenip tartışılabildiği kavramsal bir zemin ve toplumsal bir mutabakat yaratılmalı, herkes fikrini özgürce söyleyebilmeli. Bu direniş hareketinin elde etmesi gereken sonuçlardan biri kesinlikle bu olmalı.

2- Patron Kim?

Halk seçtiği temsilcilerine işlerini toparlaması için geçici yetkiler verir, bu temsilcilere işleri rahat yapabilmeleri için maaş ve çeşitli kolaylıklar sağlar. Ancak bu temsilciler bir süre sonra yetkinin esas sahibini ve patronun kim olduğunu unuturlar ve devletin tüm organlarını ele geçirerek halkın üstünde yeni bir organizma varmış gibi ortaya çıkarlar. Başlangıçta yalnızca kendilerine oy vermeyenleri hedef alan bu organizmanın zamanla önüne gelen her şeyi ezip geçeceği bir canavara dönüşmesi kaçınılmazdır. Şuan Türkiye’deki durum tam da bu tanıma uymaktadır. Sandıkta lehine oy kullanmayan  kesimi alenen ve aslında sandıktan lehine çıkan oyların sahiplerini de çaktırmadan sömüren ve yok sayan bir temsilcilik hali, diktatörlük hasıl olmuş durumdadır.

O halde patronun kim olduğunun açık olarak ilan edildiği bir yapıya ihtiyaç var. Bu anayasadır. Öyle bir anayasa olmalı ki, patronun halk olduğu, esas olanın insan olduğu, kutsal olanın insan olduğu açıkça ilan edilmeli. Halk eğer isterse devletini, yöneticisini, askerini, polisini, memurunu işten kovabilir, kendine yeni bir düzen kurabilir, her fikri özgürce tartışabilir olmalı. Her türlü değişimin önü açık olmalı.

3- Tam Bağımsız Medya

İktidarların ve temsilcilerin güdümüne giren, çeşitli çıkar ortaklığı içinde halkın gündeminden kopan ve yalan söylemekten, halkı uyutmaktan, gündemi sürekli iktidarlar lehine değiştirmekten geri durmayan medyaya gereken ders yine halk tarafından verilmeli, dışlanmalı, para kaynakları kesilmeli, insanlık suçu işlemekle cezalandırılmadırlar. Halkın kendi bağımsız ve tarafsız haber veren medya kanallarını oluşturması mecburidir. İnternet bu açığı büyük oranda kapatmış durumdadır. Artık geleneksel ve hele yalancı ve yandaş medyaların sonunun geldiği açıktır.

4- Tam Bağımsız Yargı

Adalet kavramının yerle bir olduğu bir toplumun sağlıklı olması, çatışmasız olması düşünülemez, insanlar adalete olan açlıklarını eninde sonunda haykıracaklardır. Bunun en büyük güvencesi bağımsız yargıyla olabilir. Referandum ne yazık ki intikam duygularıyla yargıyı ele geçirme planıydı ve bu plan halka yalan söylemek de dahil her yöntem kullanılarak iktidar lehine sonuçlandı. Ne yazık ki toplum ve birey tamamen savunmasız bir hale, “kimi kime şikayet edeceğiz” noktasına getirildi.

İlk 4 maddenin sağlandığı bir ortamda

5- Adil ve Şeffaf Seçim Sistemi

Baraj sisteminin olmadığı ve her düşüncenin mecliste temsil edilmesinin sağlandığı halkın %100 denetiminde bir meclisin oluşturulabilmesi için şeffaf ve adil bir seçime gidilmesi. Milletvekili dokunulmazlıklarının ve ayrıcalıklarının kaldırılması, şeffaf bir devlet yapılanmasının tesis edilmesi.

Bunları sağlayamadığımız sürece yiyecek çok gazımız var demektir, herkes kendisine sağlam bir gaz maskesi alırsa iyi olur.

Devletsizlikten önceki bu son virajı da atlatabilirsek bir sonraki devrimi yapanlar yeryüzündeki tüm devletleri ortadan kaldırıp, tüm halkların kardeşliğini, sınırsızlığı ve özgür coğrafyaları haykıracaklar. Eğer hala yaşıyor olursak biz de o gün belki bastonlarımızla ama mutlaka sokaklarda olacağız.

Deniz KARTAL

22 Haziran 2013
www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu