Sokrates. Eski Yunan filozofu. Doğumu MÖ 469, ölümü MÖ 399…
Çalışmalarından dolayı suçlanarak yargılandı. Ölüme mahkûm edildi. Kaçırılma önerilerini kabul etmedi. Baldıran otu zehrini içerek öldü.
Sokrates’in ölümü, bir razı oluş, bir teslim oluş değil, tersine, bir meydan okuyuştur. O,ölümsüzlüğü seçti. Ölümü, onu suçlayanları, onu yargılayanları mahkûm etmiştir.
Sokrates’in ölümü de sözleri gibi, yaşamı gibi, 2 bin 500 yıldır yaşayan bir derstir.
Ünlü “Savunma”sında söylediklerinden bir seçme sunuyorum:
“Beni eskiden beri suçlarlar; üstelik bunları en çok etki altında kalabileceğiniz çağlarda, kiminiz daha çocuk ya da delikanlıyken kulaklarınıza doldurmuşlardır. Hem bu suçlamalar, karşılarında kendilerini yanıtlayacak kimse yokken benim arkamdan oluyordu.”
“…. Ne diyorlar beni lekeleyenler? Okuyalım suçlama edimlerini.
Sokrates suçludur.
Yeraltında, gökyüzünde olup bitenleri araştırıyor, açıkça, eğriyi doğru diye gösteriyor, başkalarına da kendisi gibi olmalarını öğretiyor.
Suçlamanın aşağı yukarı özü bu.”
***
Sokrates’in suçlanmasının asıl nedeni “soru sormasıdır.”
Çünkü, “soru sormak” gerçekten de tehlikelidir.
Soru sormak; bilinenlerin, kabul edilmiş olanların sorgulanmasıdır. Sorgulanan şeyin de hiç de bilinen gibi olmadığı ortaya çıkabilir. Sorgulanan şey, kabul edilmiş olanın doğru olmadığını ortaya koyabilir.
Bu nedenlerle de “soru sormak”, dogmaların egemen olduğu bütün ortamlarda tehlikeli sayılmış, suçlanmıştır.
Soru sormak, daha sonra anlaşılacağı üzere, bilimin temeli olmuştur.
Bilmek, bilgiyi aramak, tarih boyunca “soru sormak” ile başlamıştır.
Milattan önce 400’lerle milattan sonra 2010’lar arasındaki 2 bin 500 yıla yakın zaman diliminde hiçbir şeyin değişmediğini görmek hem acıdır hem de öğretici.
Sokrates, soru sorarak döneminin tabularını yıkıyordu.
Bu nedenle tehlikeliydi, bu nedenle suçlandı, bu nedenle ölümle cezalandırıldı.
Ama bu 2 bin 500 yıl, soru soranların bilimsel buluşlar yaptığı, yeni icatlarla uygarlığı geliştirdiği yüzyıllar oldu.
Bu gelişme de kolay olmadı. Ortaçağın dogmaları, din adına, engizisyon mahkemeleriyle, aforozlarla “soru sorma”yı mahkûm eden kararlara imza attı. Bilimle uğraşanlar yakıldı, öldürüldü, sürüldü.
Sonuçta kazanan gene bilim oldu.
Bilimle çatışan din değildir, dogmadır. Dogma, yani bağnazlık din temelli olabilir, gelenek temelli olabilir, her türlü kaynaktan doğabilir. Dogma, kendinden başkasına yaşama hakkı tanımayan bir körinançtır.
Milattan önce de böyleydi, milattan sonra da böyledir.
İnsanlık bu bin yıllık çatışmayı çözebilecek mi?
***
İpotekli akıllar, ambargolu iradeler belki de her zaman olacaktır. Bunlar bir süre, egemenler tarafından kendi iktidarları için kullanılacaktır. Ama başarıları asla sürekli olmayacaktır.
Sonları gene aynı ipotekli akıllarla, aynı ambargolu iradelerin eliyle gelecektir. Çünkü, bu kendi içine kapalı çemberlerin gelişme olanakları yoktur.
Dünyaya da, geleceğe de özgür akıllı insanlar, özgür iradeli insanlar yön vereceklerdir.
Onlar, acılardan geçerek insanın evrensel doğrularına sahip çıkacaklardır.
Sokrates, ölümüyle de en büyük dersi vermiş, kendi iradesiyle ölümsüzlüğü seçmiştir.
Onun için bugün de yaşamaktadır. Yarın da yaşayacaktır.
Onun cesareti, onun yolu hepimizin ışığıdır.
Erdal Atabek