İnsanoğlu varoluşu ile birlikte yaşamını idame ettirebilmek için doğayı çözmeye çalışmış, o günkü koşullar içinde gerek düşünsel gerek nesnel becerileri sonucunda çözebildiklerini çözmüş fakat düşünsel ve nesnel becerilerinin yetemediği şeyleri gizli bir güce bağlamıştır.
Süreç içinde yerleşik din/tarım toplumuna geçince günün koşullarında duyduğu soyut ve somut ihtiyaçları sonucunda kendi değerlerini yaratırken bazı değerleri kutsallaştırarak kendi kutsalını yaratmıştır. Yaratılan bu kutsal değerler ile kutsallığın öğreticileri olarak da din adamlarını oluşturmuştur.
KUTUPLAŞMA YARATMAK
Günümüzdeki dünya koşullarına göre kültürel ve kutsal değerlerini güncelleyip bilimi kabullenmiş ve bilimsel öğretileri benimsemiş bir kesimin dışında, tartışmaya ve sorgulamaya kapalı kutsal değerleri aşamayan bir kesim de aynı şekilde yaşamına devam etmektedir.
Günümüzdeki iktidar bu kutsal değerleri fırsat görerek toplumda kutuplaşma yaratarak iktidarını sürdürmektedir maalesef.
Ünlü düşünür Bertrand Russell derki: “Ben savunduğum fikirlerim uğruna ölmeyi hiçbir zaman düşünmem, çünkü düşüncelerimde yanılabilirim.”
“Dinci Gericilik” başlıklı yazımızı da okumak isterseniz…
İşte biz insanlar düşüncelerimizin mutlak doğru değil, filozof Nietzsche’nin dediği gibi “Bilimsel nesnel olmayan soyut sosyal olaylarda mutlak doğru ve yanlış yoktur, yorumlar vardır” göreceli birer yorum olduğunu kabul etmediğimiz zaman ve karşımızdaki de aynı önyargılar ile hareket ettiğinde sürekli bir çatışma halinde oluruz. Empati yapmayıp düşüncelerimizi geçmişteki koşullara göre bilinçaltımıza kodlandığının ve önyargılarımızın oluştuğunun bilincinde olmadığımızda ve mutlak doğru olarak gördüğümüzde, genel olarak önyargılar doğrultusunda her zaman her yerde ve her kesimde (birey, topluluklar ve toplumlar vb.) çatışma halinde oluruz. Çatışma kimseye fayda sağlayamadığı için beraberinde mutsuz bireyler ve toplumlar oluşur.
Ayrıca toplumun çoğunluğu okuyup sorgulamadığı için; günlük basit kavramların içeriğini bilememektedir.
Mutluluk nedir?
Örneğin, hata ile suç kavramını içerik olarak çoğunlukla ayrı şeyler olduğunu bilincinde değiliz. Hata istenmeden yapılan, suç ise bilerek yapılan bir şey olduğunu bilemediğinden, karşısındakinin hatasını gösterdiğin zaman bunu olumlu ders çıkartacak bir geri bildirim olarak almak yerine kendisini suçlanmış hissedip sizinle çatışmaya girmekte ve bu da süreklilik arz ettiğinde sonsuz bir çatışma ve tabii olarak mutsuzluk yaratma kaynağı olmaktadır.
Nasıl mutlu olunur? Sonuç.
Ünlü bilim adamı Albert Einstein, “Önyargıları kırmak,atomu parçalamaktan daha zordur” der…
Bu sözde görüldüğü gibi çözüm kolay değil fakat imkânsız da değildir.
Eğer biz bireyler olarak geçmiş koşullara göre edindiğimiz her türlü kültürel kimlik ve değerlerin, birer öğretilmişlik olduğunun bilincine varıp kutsallarımızı iç dünyamız ile sınırlandırıp günümüzün bilimsel gerçeklerini sekülerlik, laiklik ışığında kabullenirsek gerçek mutluluğun; insanlığın etik ortak değerlerinde ve ortak paydada olduğunu görmüş oluruz. Bu objektif bakış açısı ve anlayış ile çaba gösterip bilimsel düşünceyi rehber alarak seküler, laiklik yaşam biçiminde hareket edersek ortak bir fayda oluşacaktır.
Bu da insanoğlu ve toplumların mutluluğu ve huzuru için en önemli adım olacaktır.
İsmail DOĞAN