Arka Bahçemiz

Taklit ettiğin kadarıyla varsın!

Diyelim ki, uçağınız düştü ve kendinizi uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında buldunuz. Hangi meyveleri gönül rahatlığıyla yiyebileceğinize, ya da içecek suyunuzu nerede bulabileceğinize nasıl karar verirsiniz? Bir süre kendi başınıza iyi kötü idare etseniz de, sonunda büyük bir olasılıkla hastalanır, ya da açlıktan ölürsünüz. Bu yüzden o yörenin yerlileriyle iyi geçinmek ve ne yapılması gerektiğini onlardan öğrenmek çok daha yararlı olur.

Taklit

Başkalarından öğrenmek insanların, yalnızca aykırı durumlarla sınırlı kalmayıp, her zaman başvurdukları bir çözümdür. “Toplumsal öğrenme” adı verilen bu çözüme insanlar öteki canlı türlerinden çok daha fazla bel bağlarlar. Kültür ve geleneğin özünde toplumsal öğrenmenin yattığına inanılır.

Başkalarına öykünmenin bizlere yararlı birtakım bilgiler edinmemize olanak tanıdığı bir gerçek. Ancak toplumların değişen koşullara ayak uydurabilmeleri için yenilenmeye de gerek duyulur. İnsanlar gördükleri her şeyi körü körüne taklit edemezler, çünkü sunulan bilgiler yanlış, çağdışı, ya da kullanıma elverişsiz olabilir.

Bu soruna bir süre kafa yoran Britanya’daki St. Andrews Üniversitesi uzmanlarından Kevin Laland, “İnsanlar toplumsal öğrenmeye hangi koşullarda bel bağlandığı ve öğrenirken kimlerin örnek alınması gerektiği gibi konularda seçici davranıyor olmalılar. Doğal seçilim belli uyarlanabilir öğrenme yöntemleri geliştirmiş olmalı,” diyor.

Peki, bu yöntemler neler? Toplumsal öğrenme insanoğlunun başarısında bu denli güçlü bir etmen olduğuna göre, buna ne zaman, nerede ve neden başvurulduğunu da, doğal olarak, bilmek zorundayız.

Kişinin ender görülen özelliklerden çok, toplum içinde daha yaygın olan özellikleri taklit etmeye eğilimli olduğu görüşüne dayanan “uymacı (konformist) aktarım modeli” bu yöntemler arasında enine boyuna en çok araştırılan yöntem oldu. Bir başka seçenek, söz gelimi yeni bir bilgisayar ya da borsadan hisse senedi satın alırken başvurulması oldukça mantıklıymış gibi görünen, “uzman birini taklit etme” yöntemi oldu.

“En başarılı olanı taklit etme” yöntemi de mantıklı görünebilir, ancak ünlülere odaklı dünyamızda bu yöntemin geri tepmesi olasılığı da vardır- George Clooney belli bir kahve markasını yeğleyebilir, ancak bu kişinin içecekler konusunda bir başkasından gerçekten de daha bilgili olduğu konusu kuşku götürür.

SAVAŞ BAŞLASIN

Laland öğrenme yöntemlerini çok daha geniş kapsamlı olarak araştırmak, özellikle de bu yöntemlerden hangilerinin daha çok işe yaradığını öğrenmek istiyordu. Ancak bu amacına geleneksel deneylerle ulaşamayacağını fark ettiğinden, bir turnuva düzenlemeyi düşündü. Bilgisayar ortamında oluşturulmuş bir dünyada yaşamda kalmaya dayalı bir oyun düzenledi. Bu oyunda katılımcılara, her biri oyun boyunca değişecek farklı sonuçları beraberinde getiren, 100 olası davranış biçimi sunuldu. Oyunda sonuç, kişinin belli bir davranışı yerine getirmek suretiyle sağladığı yararı, değişen değer de, çevre koşulları değiştikçe bilginin çağdışı kalabileceği gerçeğini temsil ediyordu.

Oyun turnuvasına katılanların, her biri yaşadığı süre içinde öğrenme yoluyla kendine özgü bir davranış repertuvarı oluşturacak, 100 farklı temsilciyle işe başlayacaklardı. Oyunun her devresinde temsilcilerin her biri için üç seçenek geçerli olacaktı:

1-Bireysel öğrenme suretiyle yeni bir davranış biçiminin gelişigüzel benimsendiği, yenilenme

2-Toplumsal öğrenme sonucunda yeni bir davranışın benimsendiği, gözlem;

3- Önceden öğrenilmiş bir davranışın kullanıldığı ve bundan bir çıkar sağlandığı, yararlanma.

Katılımcılar temsilcilerinin bu seçeneklerden birinde karar kılarken yararlanacakları bir yöntem belirlemek zorundaydılar. Amaç en başarılı ya da en “uygun” temsilcilerin oluşmasını sağlayan yöntemin yaratılmasıydı.

Laland ve arkadaşları bu çalışmanın sonucunda elde ettikleri bulguları geçtiğimiz Nisan ayında Science dergisinde yayımladılar. Bu bulgulara göre, başarılı yöntemin temelinde öncelikle toplumsal öğrenme yatmaktaydı. En başarılı temsilciler öğrenmeye harcadıkları zamanın hemen hemen tümünü gözlemlemeye ayırmaktaydılar. Ne var ki, toplumsal ya da bireysel öğrenmeye aşırı miktarda zaman ayırmaktan kaçınılması da bir o kadar önemliydi.

En başarılı yöntemlerde tanık olunan bir başka özellik de “asalaksal” olmaları. Bu özellik toplumsal öğrenmenin özünü oluşturuyor- başkaları onları taklit etmeden önce, birileri birtakım işlerin nasıl yapılacağını bulmak zorunda. Öyle ki, toplumsal öğrenme ancak çevremizde yeni bir şeyler bulan insanlar var olduğu sürece işe yarıyor.

Genel gözlemler insanların başkalarını taklit etme eğilimleri açısından büyük farklılıklar sergilediklerini ortaya koyuyor. İnsanlarda başarılı bir bireysel öğrenme sürecini yürütme yeteneği ve arzusunun, yaratıcılık ve merak gibi kişilik özellikleriyle yakından ilintili olduğu görülüyor.

Cinsiyetler arasında da farklılıklar olduğu göze çarpıyor. Araştırmalar kadınların bireysel öğrenmeye erkeklerden daha fazla zaman harcadıklarını ortaya koyuyor.

Laland ve kimi başka araştırmacılar toplumsal öğrenmenin doğada çok yaygın olduğunu, omurgasızların bile bu yöntemden yararlandıklarını ortaya koydular. O halde, insanlara özgü taklit etme yeteneğini öylesine özel kılan neydi?

Laland’ın araştırması toplumsal öğrenmenin çok büyük bir beyin gücünü gerektirmediğini gözler önüne seriyor. Bu durum toplumsal öğrenme yetisinden neden böceklerin bile yarar sağlayabildikleri konusuna açıklık getiriyor. Ne var ki, yarışmada sivrilmek için biraz daha incelikli, ya da ustalıklı işler yapmak gerekiyor. Bu da çevredeki değişim hızıyla ilgili doğru kestirimlerin yapılmasını gerektiriyor. Çünkü bu tür kestirimler bilginin nasıl bir hızla eskiyeceği konusunda da fikir veriyorlar. İşte insanlar tam da bu açıdan öteki canlıları gölgede bırakıyorlar.

Bu etkileyici özelliğin yanı sıra, insanlar geçen zamanın ve değişen koşulların hesaba katılmasına olanak tanıyan bir başka eşsiz yeteneğe de sahipler: dil. İnsanoğlu olabilecekleri konuşarak dile getirebileceği gibi, farklı bir yerde ya da zamanda olduğunu düşlerken de dilden yararlanır. Laland’ın meslektaşı ve turnuvanın düzenleyicilerinden Luke Rendell’e göre dil, insanların toplumsal öğrenmeden en fazla yarar sağlamalarına olanak tanıyan ve insanlarla öteki hayvanların davranışları arasındaki büyük boşluğun oluşmasına yol açan özellik olabilir.

Laland ve arkadaşları tarafından düzenlenen turnuvanın toplumsal öğrenme konusuna farklı bir boyut getirdiği kuşkusuz. Ancak deneyin eksiksiz olmadığına, benzetimlerin belirli bireyleri zaman içinde izleyemediğine ve bunların gerçek yaşamda öğrenmenin önemli bir parçasını oluşturan resmi eğitimi içermediğine dikkat çeken araştırmacılar bu tür karmaşıklıkları ele almadan önce, aynı deneyi bir kez de gerçek dünyada uygulamayı tasarlıyorlar.

Rita Urgan, Kaynak: New Scientist, 1 Mayıs 2010

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu