Merhaba Tanrı,
Nasılsın, iyi misin? Bizi soracak olursan, yeryüzüne barışı, özgürlüğü, vicdanı egemen kılmak için çabalayan bir avuç can olarak, düşlediklerimizi gerçekleştirebildiğimiz pek söylenemez.
Kutsadığın ve yığınların biat ettiği dinler ve özellikle son din olduğu varsayılan İslam, tartışılamaz bir katılıkta merkeze konularak, aradan geçen yüzlerce, binlerce yıla rağmen hala baskı, hala zulüm, hala ayrımcılık olarak bizleri solduruyor, soluksuz bırakıyor.
Mektubumu bir sitem ya da şikayet olarak değerlendirme lütfen. Kutsal Kitabı okudum ve içinde şiddet içeren birçok söylemden (sana ait olmayabilir de bu söylemler) kendi adıma rahatsızlık duydum.
Zorlama yorumlarla, İslam’ın kardeşliği, adaleti, hoşgörüyü savunduğunu belirtenlere karşı acı bir gülüş serpiliveriyor bizden taraf. Her ötekileştirmeden, her yaftalamadan her katliamdan sonra, “gerçek İslam bu değil!” ve benzeri kurulan cümleler sıkıcı olmanın da ötesine geçmiş durumda.
Kulların şunu anlamamakta ısrar ediyor. Sana inanılsın ya da inanılmasın, yeryüzünü aşkın yüzü yapmak, dayanışma içinde bulunmak, fikirler üretmek, sanata, bilime emek vermek hepimizin ortak sorumluğu olmalı. Bu şekil bir duyumsamaya sahip olmak için dinlere ihtiyaç olmadığını düşünüyor ve devrimin dindarları da kapsayıcı bir huzur getireceğini beyan ediyoruz.
İslam savunucularının tamamına yakını, maalesef ki hiçbir işçi grevine katılmıyor, dinsel gerekçeler dışında hiçbir yürüyüşte bizimle bir olmuyor, HES’lere karşı düzenlenen etkinliklerde yer almıyor, nefret cinayetlerini protesto etmiyor…
Bir haksızlığa, bir sömürüye uğradığında hesap sormak, mücadele etmek yerine seni bir ceza kurumu olarak değerlendirip, senden gelecek cezalara, belalara dört elle sarılmış durumda dindarlar ve efendilere, patronlara, burjuvaziye karşı direnenlere de kin gütmekte. Biz direnenler de mesela nankör, mesela hain, mesela düşman olmaktayız onların gözünde.
Dindarların empatiden, üretimden, bölüşmekten bu kadar uzak düşmesi bizi üzmekte, tedirgin etmekte. Belki de farkında dahi olmadıkları bu nefret hali faşizme dönüşmüş durumda ve mesela sana ettikleri dualar ne bilsinler ki faşizmin kurgulayıcılarına ediliyor.
Bu pasifize konumlarını “gerçek adalet öbür tarafta” diye açıklayanlar da az değil kullarının içinde. Biz sömürülere, talanlara, zulümlere karşı direnenler bölücü, kendileri ise, senin engin sevginden, engin adaletinden, engin nimetlerinden nasiplenmiş bir müstesna fani.
Yeryüzünü faşizmin kurgulayıcılarına ve temsilcilerine teslim etmek gibi bir düşüncemiz yok bizim. Boğulmaya çalışıldığımız bu düzeni kader olarak da görmüyor ve ortak direnişle, komünlerle, mücadelelerle üç günlük dünyada kardeşçe yaşayabileceğimizi umut ediyoruz.
Dindarlara göre bizim hissiyatımızdaki bir avuç can, cehennemde yanacağız ve sen de biliyor olmalısın ki, fikirlerimiz, eylemlerimiz, duruşumuz, olduğu varsayılan cennet/cehennem üzerine değil, yapımızda var olan ve daha da zenginleştirmeye çabaladığımız sorumluluklarımız, ahlakımız ve vicdanımız üzerinedir.
“Kutsal Kitap okunmadığı için dine karşı önyargılar var” diyenlere de, “keşke bu Kitap okunsa da, dilindeki, beyanlarındaki, vurguladıklarındaki çelişkiler anlaşılsa” diyoruz. Sen ve kitapların baz alınarak bunca nefret söylemi, bunca ayrımcılık, bunca zulümler biz bir avuç ayrı duranı ürkütse de, heder etse de, öldürse de, yeryüzü yine de biz sulhtan, özgürlükten, vicdandan ibaret olanlara emanettir gayrı…
Sana ve dindarlara bir kez daha duyurmuş olalım; bizim mezhebimiz vicdandır; bizim kutsalımız sulhtur…
Özgürlüktür bizim inancımız; bizim imanımız dayanışmadır!
Sana emeğimizi, bilincimizi, direncimizi gönderiyoruz selamımızın içine dolayarak.
Hoşça kal…
Ergür Altan