Neyle yüzleşemedik de buralara kadar geldik. Toplandık bir şeyin önünde ama içeri giremedik. Nedir bu gerçekten, neyin nesi? Bu evin önünde bir ayna var ve hep birlikte bakalım. Buyurun beyler…
Düşünbil’in 45. sayısında ve Kadın ve Penis adlı kitabımda şu dizeleri sıralamıştım: Erkek egemen topluluğun kapitalist sisteminde kadın da bir erkektir. Bu dizelere kızanlar olacaktır. Evet, biyolojiden zihni ayırıyorum. Sizce de öyle değil mi? İşin iç yüzüne baktığımızda birinci gerçek olarak kadınların şiddet eğilimli erkeği seçtiğini, çocuklarını da babaları gibi yetiştirdikleri gerçeğini görmeden gelemeyiz değil mi? Elbette kadın böyle görmüştür ve böyle yapması gerektiğine inanmıştır. Oysa bu çocukları bizler yetiştiriyoruz ve hep suçu tecavüzcüyü asıp öldürmekle yok edebileceğimizi düşünüyoruz. Oysa suç hepimizin ve ancak sokaklara çıkıp suç bizim diye haykırarak bu kara lekeden kurtulabiliriz. Evet, kadın şiddet eğilimli erkekten hoşlanıyor ve erkek egemen topluluğun kapitalist sisteminde şiddet seks anlamına geliyor. Şiddet eğilimli olmayan erkeği, erkek egemen topluluğun kapitalist sistemindeki kadın kendine eş olarak seçme eğiliminde olamıyor. Böyle bir sistemde seçen de seçilen de bir erkektir. Kadının adı da yoktur, ilişkisi de….
İkinci sorun, çocukları cinsellikten uzak tutarak onların zihinlerinde çok farklı anlamlar oluşturma sorunu yatmaktadır. Lacan “Cinsel ilişki yoktur.” dediğinde asında insanların gerçek ile kurdukları hayali ilişkiden söz etmektedir ve insanlar cinselliği veya cinsel ilişkiyi kendilerini aşmak için bir araç olarak kullanmaktadır. Esasında insanlar için cinsel ilişki baba otoritesini yok etmek için kullanılan bir eylemdir. Baba otoritesi ne kadar büyükse cinsel ilişki o kişi için o kadar değerlidir. Çünkü ancak orada özgürdür ve bu özgürlüğe karşı çıkan herkes o kişi için tehdittir. Bu anlamda üzerinde aşırı baskı kurulmuş çocukların cinsel ilişki ile olan sıkıntısı da o kadar ağırdır. Baba erki ile cinsellik bastırılır, cinsel ilişki sırasında ondan uzaklaşılır… Kişi kendi içinde böyle bir yaşam kurmuştur ve bu yaşamla bugüne kadar kimse ilgilenmemiştir. Oysa soruna başka biri dahil olduğunda insanlar o kişinin bu sorunu ile ilgilenecektir.
Aslında ülkemizde bu durumu herkes yaşamaktadır; ancak dile getirilememektedir. Cinsellik belası ancak cinsel bir devrimle ortadan kaldırılabilir. Cinsellik belasının devamını sağlayan en büyük unsur dindir ve din insanların cinselliklerini bastırmada bir numaralı mekanizmadır. İnsanlar din ile biyolojik cinsellikten uzaklaştırılmakta ve öznel bir cinselliğin içine hapsolmaktadır. Din’in var olduğu bir toplulukta kadın cinsel bir objenin ötesinde öznel bir tasarımdır. Dinin, medeniyetin, babanın, erkin baskısından “erkek” ancak “kadın” ile kurduğu cinsel ilişki sayesinde kurtulmaya çalışmaktadır. Marcuse, Eros ve Uygarlık dalı kitabında kısaca şöyle der: “Uygarlık cinsel içgüdülerimizi bastırma temeli üzerine kurumuştur. Cinselliğin yasak olmasının nedeni ise saldırganlık dürtüsü ile iç içe geçmiş olmasından kaynaklanmaktadır.” Cinsellik sorunu bir uygarlık sorunudur ve ancak cinsel devrim ile ortadan kaldırılabilir. Ancak din her zaman buna engel olur. Çünkü din’in varlığı cinsel yasaklama üzerine kurulmuştur.
***
Bu düzende kadının doğal davranışı erkek egemen unsurların dışında kaldığında, kendisinden farklı bir canlı gördüğünü düşünen “erkek” bir aşağılanmaya girer. Çünkü nesneleşmemiş kadını bu “erkekler” kıskanır. Çünkü özgür bireyi tutsak beyinler kaldıramaz. Çünkü tutsak beyin de özgür olmak ister ama olmaz. Çıldırır, zarar vermek ister, tecavüz ile bu tutsaklığından kurutulacağını düşler. Tüm bunları görebilen “erkek” bir köpek gibi sitemin kapısına bağlandığını bir türlü göremez. Boyundaki tasmayı bir şeref madalyası olarak görür. Önüne atılan ekmeği Allah’ın sevgili kulu olduğunu düşünerek bir nimet olarak görür. Boynunda tasması olmayanları farklı algılar; bunlar kâfir, namussuz, aşağılık diye bağırır.
Elbette tecavüz veya şiddet her yıl, her ay, her gün, her saat yüz binlerce evde sessiz sedasız yaşanmaktadır. Kadınlar, daha da ötesinde çocuklar her gün milyonlarca tacize, aşağılanmaya, köleleştirilmeye, yok edilmeye tutsak olmaktadır. Bu sessiz çığlığı bizler duymayız. Çünkü hep şunu öğrenmişizdir: “Bizi ilgilendirmez, onların meselesi.” Hiç bir toplum yoktur ki bir bireyin eylemi başka birini ilgilendirmesin. Her eylemden bireyin kendisi değil ayrıca toplumun kendisi de sorumludur. Eğer bugün olumsuz bir olay karşısında “bane ne” diyenler başkalarının onun için söylediği bir söze dönüştüğünde işler değişmeye başlar. Elbette tüm bunları yaratan şey toplumsal cinsiyetin insan zihninde yapılandırılması isteğidir. Ben buna “klon insan” yayaratma süreci diyorum. İnsanlar köleleşsin diye, klon haline gelip birileri için çalışsın diye çocuk yaşta onlara zulüm edilmekte ve aslında her çocuk “özellikle de erkek çocuk” bundan en büyük payı alan olmaktadır. Ve bu zulmü yapan da, kendisine iyi koca seçtiğini düşünen kadın/anne olmaktadır. Bu anlamda “Aile” işkencenin odağıdır ve bu kurum veya yapısı yok edilmedikçe klon insanlar yetişmeye devam edecektir. Kim ki (özellikle kadınlar) kendisine çalışan, sert ve koruyucu bir koca seçtiğini düşünüyorsa onlar bu sistemin yürütücüleridir ve bu mekanizmanın çarklarını oluşturmaktadır. Kim ki aileyi veya ailesini övüyorsa onlar bu sistemin unsurlarıdırlar, nesneleridirler, klonlarıdırlar. Ve bu insanlar tüm bu olumsuzlukların nedenidir.
Erkek çocuğu kadınlar yetiştirir. Çoğu anne isyan eden çocukları banyoya kapatır ve ona işkence yapar. Yakın zamanda TRT’de dadılığı anlatan bir programda defalarca farklı ailelerin yaptığı bu olay gösterildi ama kimse isyan etmedi. Çünkü bu sorun o ailenin sorunuydu. Çünkü çocuk bir metadır ve aileye aittir. Çünkü herkesin çocuğu böyle olabilir ve herkes çocuğuna bunu yapmakta özgürdür. Oysa bugün yaşanan şiddetin, tecavüzün nedenidir bu olaylar. Bizler sonuca bakıp isyan eder gibi görünüyoruz. Oysa isyan edenler de kendi susmuşluklarını örtmeye, gerçek nedeni saklamaya çalışmıyor mu? Kadınlar çıkıp isyan ediyor, oysa bu aileyi, bu çocukları, bu sistemi onlar yaşatmıyor mu? Elbette onlar da bir erkek ve bu erkek egemen toplulukta görünen ile içerik birbirinden çok faklı. Bu nedenle sistemin unsuru olsan (biyolojik anlamda kadın veya erkek olsun) tüm klonlar, klon olduklarını, sistemin kapısına bağlanan bir yaratık olduklarını fark etmeden bu sorunları çözmede adım atamayız.
Tecavüz sadece bir insanını cinsel ilişkiye zorlamak değildir; tecavüz, insan (özellikle çocuğun) zihnine başka birinin tahakküm kurması ile başlar. Bu anlamda tüm bu sistemin unsuru olan anne ve babalar tecavüzcüdür. Çocuklarını kendileri gibi veya daha iyi çalışan, daha iyi para kazanan, daha iyi ünlü olan, daha iyi popüler olan kişi gibi biri yapma isteğinde bulunan herkes bu sınıfa dahildir. Çocukların “kendilerini yaşayacak” bir sisteme ihtiyacı var. Başaklarının zihinleri ile yaşayanlar kendi zihinlerini yaşadıkları yanılsaması içerisinde yaşarlar ve her eylemlerini ötekine göre konumlandırırlar. Yaşanan bu tecavüz olayında da tecavüz etmeye çalışan kişi sistemi test etmeye çalışmaktadır. Evet, bu anlamda hepimizin olmak istediği (daha çalışkan, daha popüler, daha çok para kazanan) insan tipi kendini en iyi tecavüzde test etmektedir. Sistem daha iyi tecavüz eden bireyi desteklemektedir. Yıllarca buna alkış tuttuk ama şimdi artık buna isyan etme zamanımız geldi. Çünkü artık bu sistemin çarkları aşındı. Cinsel devrim yaklaşıyor. “Erkek”ler tasmalarını çıkarıp çocuklar gibi özgür olduklarında, “kadın”lar kendilerine sistemin unsurlarını taşıyan erkekleri seçmediğinde, çocuklar da anne-baba veya benzeri biri gibi olmadığında ve hepimiz anne babamızı diğer insanlardan daha değerli görmediğimizde, bir başkasının çocuğunu kendi çocuğumuz gibi gördüğümüzde ancak cinsel devimi gerçekleştirebiliriz. Bu toplum klonların peşini bırakıp kendi izinde yürüdüğünde bu devrim yaşanacaktır. Çocuklar isyan etmekte güçsüz olabilirler ama kadınlar çocukların elinden tutup baba karşısında zafer kazandığında bu toplum özgürleşecektir. Bunu başarabiliriz, tasmaları çıkaracak kadar yeteneklerimiz elbette var.
Olcay Yılmaz (dusunbil.com)
Dünyalılar