Arka Bahçemiz

Tehlikeli Tırmanış: Milliyetçilik

TEHLİKELİ TIRMANIŞ: MİLLİYETÇİLİK

Başlangıçta ırkçılık, emperyalist amaçları meşrulaştıran doğal etiketli bir sebep olmuşken şimdilerde sınıfları ya da sınıflardan doğacak mücadeleyi parçalayan, zayıflatan bir misyona sahip. Sermayedarın; emeğini satıp satmamakta özgür olan ülkesindeki işçiye karşı yürüteceği pratik, ülkesini işgal ettiği insanları aşağı görüp köleleştirmeye benzemez. Daha teorik ya da daha insani bir ideolojik yüz kazanması gerekir. Özgür işçi özgür yurttaştır. Özgür işçi için oluşturulan zemin, ötekinin karşısında olmak, sunulan ideoloji ise milliyetçiliktir.

capitalism-faşizm

Yabancı algısı, yeni değil elbette. Küçücük toplulukların bile yanındaki, ötesindeki topluluklardan uzak durma,  aşağılama ve hatta düşman kabul etmeye dair bir algılarının, tarih boyunca hep var olduğu aşikâr. Ama bu ayrımın sözde bilimsel verilerle etrafının belirgince çizilmesi çok yeni.

Milliyetçilik; hem kurucu(uluslaştırma, bir ve aynı kökten gelindiği miti) hem de koruyucu (ötekine karşı bir arada olma)bir nitelik taşıdığından kapitalizmin hep en sevdiklerinden oldu. Sistem kendini var edebilmek için, içinde besleneceği, yasal olarak belirlenmiş ve coğrafi olarak çizilmiş sınırlara sahip bir yapı içinde kurar. Aslında farklı olana, ayrı olana ve evrensel olana aynı anda ihtiyaç duyan sistem bunları (ulus, devlet, milliyetçilik)karşılıklı bağlantıları ile kurmakta zorluk çekmedi. Hepsi bir adım ileri gittiklerinde ideolojileştiler. Aynı olan ulus kavramını merkeze alarak milliyetçilik; farklı olan öteki kavramını merkez alarak ırkçılık; evrensel olan ise insani olanı merkez alarak hümanizm olarak şekillendiler. Her birinin diğerine mutlaka bir çıkış yolu vardır. Mesela milliyetçiliğin eşit yurttaş kavramı evrenselciliğin eşitlik nosyonu ile oluşturulur.  Balibar’a göre milliyetçiliğin evrensel boyutu da ırkçılık ile kurulur. Irkçılık kendini evrenselle meşrulaştırır ve bu ikisi ortak insani iyi için bir şeyler yaptıklarını söyleyerek amaçsal anlamda kaynaşırlar. Hitler milliyeti ırkla temellendirip, evrensel(yani her toplumun ortak düşmanı) düşmana yani sadece topraklarında yaşayan Yahudi’ye değil tüm Yahudilere karşı bir harekete girişir. Kapitalizmin oluşumunda büyük rol sahibi olan Yahudiler; hem her kötü şeyin sorumlusu olan günah keçisi seçilmiş, hem de ulusal planda ulusal birliği sağlamak için(araç olarak) kullanılmıştır. Yahudiler ayrıca uluslararası planda da her yerde olan olması nedeniyle ortak düşman ilan edilmişlerdir.

Başlangıçta ırkçılık, emperyalist amaçları meşrulaştıran doğal etiketli bir sebep olmuşken şimdilerde sınıfları ya da sınıflardan doğacak mücadeleyi parçalayan, zayıflatan bir misyona sahip. Sermayedarın; emeğini satıp satmamakta özgür olan ülkesindeki işçiye karşı yürüteceği pratik, ülkesini işgal ettiği insanları aşağı görüp köleleştirmeye benzemez. Daha teorik ya da daha insani bir ideolojik yüz kazanması gerekir. Özgür işçi özgür yurttaştır. Özgür işçi için oluşturulan zemin, ötekinin karşısında olmak, sunulan ideoloji ise milliyetçiliktir.

Callincos’a göre işçi, ırkçı ideoloji sayesinde kendini patronuyla aynı aidiyete bağlı olarak görür. Kendini egemen olanla özdeşleştirmek psikolojik olarak da iyi gelir. İşçiler arasında bölünmüşlük yaratan bu durum çok işlevseldir. Mücadele yolları kapalıyken üretimi yavaşlatacak durduracak her güç engellenmiş, emek giderek ucuzlamış olur.

Irkçılığın post modern zamanlarda aktörleri artık genetik olarak farklı olduğu iddia edilen değil. Yeni aktörler göçmenler, dinsel ve dilsel azınlıklar, kadınlar, eşcinseller yani tüm ötekiler. Sanırım aralarında özellikle ırkçılık söz konusu iken değinilecek öteki; göçmenler. Ülkelerinde yaşadıkları siyasi, ekonomik baskı sonucu bazı milli grupların başka devletlerin sınırları içinde azınlık olarak yaşaması olarak tanımlayabileceğimiz göçmenlik durumu potansiyeli itibariyle oldukça hassas bir yaradır. Bu yaranın kanaması Lemkin’in deyimiyle uluslararası bir kargaşaya neden olabilecektir.  Balibar’a göre işçiye verilen tepkilerin yönü yabancılara kaymıştır. Yabancılara karşı işçi ve burjuva ulusal planda ulus için birleşirler.

“Hiçbir modern ulus, verili bir modern etnik temele sahip değildir. Şu halde esas sorun, halkı üretmektir.”[1] (Balibar ve Wallerstein)“Bireyler öznelliğe çağrılırlar.” (Althusser)Tüm günlük pratikleri kuşatan “devletin ideolojik aygıtları”(Althusser), işçinin hem sınıf, hem ulus içinde kalmasını sağlarlar. Sınıf ilişkilerinin evrensel özelliği sayesinde kapitalizm, kendisini uluslararası iş gücüne ve sermaye sesleneceği bir alan inşa eder. Balibar’a göre işçiye verilen tepkilerin yönü yabancılara kaydırılır. Yabancılara karşı işçi ve burjuva ulusal planda birleşir. Yabancıya karşı ulus için burjuva ve işçi el ele verir.

Bugün biz biliyoruz ki ten rengi, kan, kafatası gibi ölçütler anlamında hiçbir kuşatıcı ırk kavramı yok. Dolayısıyla ırk kavramına artık biyolojik özelliklerinden dolayı bilimsel bir olgu değil toplumsal bir önyargı olarak bakıyoruz. Irk kavramı şimdilerde kendini ortak sağduyu olarak nitelediğimiz ideolojik bir zeminde ancak şekillendirilebiliyor. Biyolojik, kökensel diyebileceğimiz alanın sınırları bu kadar belirsizken ve ismi sürekli yeniden kurulan bir ideolojik zemine bırakmışken tüm ayrımlar sorgulanmalı ve tüm farklı olanla uzlaşma zemini kurulmalıdır. Ayrımlar hep daha çok ayrıştırır ve yersiz, saçma aidiyetler yaratır. Tüm ayrımlar özellikle ırk temelli ayrımlar, temel gerçekliğimiz olan ezilmişliğimizi ve uğradığımız yaşamsal haksızlıkları görmemize engel olur. Haksızlıklara karşı oluşabilecek mücadele gücünü kırar. Sahte aidiyetler bizi zayıflatır. Örneğin Türk milliyetçiliği veya Kürt milliyetçiliği koruma ve korunma ekseninde gelişen aidiyetler yaratmış olsa da, Türkiye’de solun kısmen sonunu getirmiştir. Nitekim dünyada da milliyetçiliğin, işçi sınıfının mücadelesine büyük zararlar verdiğine tanık oluyoruz. Elbette farklı olanı ve olmayı yadsımak değil amaç ama ayrımları kökensel diye algılayıp derin ayrışmalara girmek çoğu zaman temel gerçeklikten uzaklaştırır. Temel kaygımız olan varoluşun yani mücadelenin ve direnmenin gücünü azaltır.

Aydınlanmanın yarattığı sözde evrensellik gibi bir ve aynı oluş değil mevzu. Bir ve aynı değiliz. Dünya kültürel mirasına zenginlik sunan ya da sadece kozmopolit perspektifte(Hannah Arendt) yer bulan farklı parçalarız. Bizi derin şekilde ayrı kılan unsurların hiçbir bilimsel dayanağı yok. Dolayısıyla bu tür ayrımlardan beslenen kapitalizmi doğru algılamak önemli değil mi? Şöyle söylemez mi Horkheimer “Kapitalizmden bahsetmek istemeyen faşizm konusunda susmalıdır.”

Mutlak olan yok, değişim temel dinamik post modern çağda. İyi veya kötü toplumlar ya da dünya kültürüne daha az daha çok katkı sunan toplumlar gibi bir hiyerarşi de yok. Dolayısıyla eski kalıplarla farklı olanı ötekileştirmek zararlı bir çabadır. Bir adım sonrası daha ciddi sorunlara sebep olabilir. Öteki, bize indirgenemez olan ama bizimle olandır. Sürekli kurulan ve kurulacak olan varoluşumuzun etkin kurucularındandır. Kapitalizme kurban verilmemeli.

Hediye Çınar Ekinci

Dünyalılar

 

[1]. Balibar ve Wallerstein, Irk, Sınıf, Ulus, Metis yayınları, s.118

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu