Bazı sanat eserlerini, tarihi yapıları ya da sokakları çok severiz. Etkileniriz. Ancak neden bu denli ‘hissederiz, duyarız’ bilemeyiz. Sabah uyanıp, nedensiz mutlu olmak gibi bir şeydir nedensiz sevgimiz.
Nişantaşı çok güzel bir yer. Gittikçe de güzelleşiyor. Osmanlı’daki geçmişinde ise, cüzzam ya da vebalı olduğundan şüphelenilen insanların tutulduğu bir yer.
Sonraları halkın ön yargıları yıkılsın diye, sultanlar nişan talimleri yapıyor (ki ismi buradan gelir) ya da teşvik etmek için Teşvikiye Cami yapılıyor ancak pek faydası olmuyor. Bugünün güzeli, dünün trajedisini saklıyor.
Flamenko dansı ne kadar da etkileyici değil mi? Hüzün ve isyan bir arada…
Bu etkileyici görüntüsünün altında ise, zulüm görenlerin acısını, isyanından ne yapacağını bilemeyen insanların ayak çırparak haykırmasını saklıyor. Çağımızda güzelliğini yaşadığımız birçok şeyin tarihsel çıkış noktasıdır ‘zulüm’…
Fars kralı, karısının onu aldattığını düşünüyor. Karısını öldürüyor. Kadınlara güveni bitiyor, nefret ediyor. Her gece ayrı bir kadınla birlikte olup, sabahında öldürtüyor. Her gün için bir kadın ölüyor. Ancak bir gece, ertesi günü öldürüleceğini bilen kadınlardan biri, krala bir hikaye anlatıyor. En heyecanlı yerinde kesiyor. Devamı yarın diyor. Bu şekilde 1001 gece geçiyor.
1001 gece boyunca anlattığı hikayelerle hayatta kalıyor. Hikayelerin ismi de bilinen ‘Binbir Gece Masalları’ olarak kalıyor. Zamanında bir cana ait hayatta kalabilme dürtüsü, bugünlere bir güzellik olarak taşınıyor.
Küçük bir gırtlak, büyük bir göğüs ile ne erkek ne de kadın sesi, ikisinin arasında gizemli bir ‘öteki ses’. Doğuştan gelen az rastlanılan bir yetenek, ‘Kontrtenor’olabilmek…
Ortaçağda, güzel sesli çocuklar seçilerek, bu yumuşak kadınsı seslerini kaybetmemeleri için hadım ediliyor…
Günümüze kadar ulaşan esrarengiz ve etkileyici ‘ara sesin’ bu tarihsel çıkışı, bugüne yansıyan birçok güzellik gibi trajedi ve zulüm dolu.
Carmen, aldattığı asker sevgilisi tarafından öldürülür. Bu trajediden dünyaca ünlü Carmen operası çıkar.
Vivaldi, küçücük bir odada ölür. Son günlerinde, bir günlük yemek parasına, bugün dinlediğimiz bestelerini satar. Öldükten sonra, tam 100 yıl unutulur. Sonra bir orkestra şefi, şans eseri Vivaldi’nin bir eserini bulur ve çalar.
Duyduğuna inanamayınca, tüm dünyada Vivaldi’ nin eserlerinin peşine düşer. Bugün alışveriş merkezlerinde Vivaldi çalar. Arkasında ise insani hayat öyküsünü saklar.
Hezarfen Ahmed Çelebi, Galata’dan Üsküdar’a uçtu. Havacılık tarihimize adını yazdırdı. Bugün havaalanı vardır. Ancak Üsküdar’a iner inmez, IV. Murat tarafından Cezayir’e sürüldü. 1600 ‘lü yıllarda henüz 23 yaşında uçabilen Hezarfen (hezar:bin, binfenli, çok bilgili), öldüğünde henüz 31 yaşındaydı.
Galata’ya her baktığımızda, oradan kanatlanan birini hayal edebilmemizi sağlayan güzelliğin altında, sürgünde geçen kısa bir ömür saklıdır.
Bugün bizi etkileyen, hayran bırakan, geçmişten bugüne taşınmış birçok şeyin tarihi hikayesinde, sınırsız kötülükler olduğunu görürüz.
Pek tanımlayamasak da, bu denli etkilenmelerimizin nedeni, yıllar yılı bir şekilde aktarılmış güçlü duyguları hissedebiliyor oluşumuz.
Bugün zulüm, şekilde değiştirerek de olsa devam ediyor. Bugünlerin zulmüne dayanabilirsek eğer, yarınların keyfi yerinde olacaktır.
Fırat Devecioğlu
http://www.firatdevecioglu.com