On yıl doğuda öğretmenlik yapmış bir Türk`üm ben. Mardin ve Tunceli`de, birinci sınıftan aldım çocuklarımı ve beşinci sınıfı bitirene kadar bırakmadım. İki şehirde de, öğrencilerim olsun, velilerim olsun, beşinci sınıfı bitirmeden, her yıl ayrılacağımı düşündüler ve her yıl yanıldılar. Daha uzun süre kalmak isterdim oralarda; Diyarbakır`da da öğretmenlik yapmak isterdim ama koşullar izin vermedi buna.
Beş yıldır Ankara`dayım ve küçücük bir kutuya benzeyen kiracısı olduğum evimin duvarlarında Mardin ve Tunceli`deki öğrencilerimin yaptığı resimler var. Size o resimlerden birinin hatırasını anlatmak istiyorum.
Tunceli`deki öğrencilerimdendi Çiğdem. Beşinci sınıf öğrencisiydi. Suluboya, pastel boya, renkli boya kalemleri kullanmazdı resim yaparken; kurşunkalem yetiyordu ona. Yaptığı bir resimde dağlar vardı; dağlara çıkan bir yol ve yolun başında kapısı açık bir köy evi. Not kaygısı yaşatmadım hiçbir öğrencime hiçbir derste. Resim yeteneği olsun ya da olmasın, kendilerini en rahat hissettikleri ders resimdi çocuklarımın. Konuşurduk, dertleşirdik; yaptıkları resimlerin, eğer varsa hikâyelerini, hatıralarını anlatırlardı bana. Gördüm Çiğdem`in resmini, “can kızım, konuşalım mı yaptığın resimle ilgili?” dedim. “Herkesin önünde konuşalım!” dedi kızgınlıkla. İlk kez böyle bir tepki göstermişti bana Çiğdem. “Peki kızım” dedim. Sırasından kalktı, tahtaya geldi elinde resimle. Resmini sınıfa doğru gösterdi, “olmuş mu arkadaşlar?” diye sordu bağırarak. Sessiz kalan öğrencilerim de, “çok güzel olmuş” diyen öğrencilerim de duyumsadılar Çiğdem`in kederli halini.
Çiğdem, elindeki resmi uzun süre sınıfa gösterdikten sonra, yanıma geldi ve masama bıraktı. Derin bir nefes alıp, “olmuş mu öğretmenim?” diye sordu bana. Dingindi bunu söylerken; okşadım yaptığı resmi usulca ve “olmuş elbette” dedim fısıldayarak. “Bizi mezun edip gideceksiniz Tunceli`den değil mi?” dedi. “Evet kızım” dedim. “Niye?” dedi… Aylardan mayıstı ve bir buçuk ay kalmıştı mezun olmalarına yavrularımın. “Başka şehirlerde de öğretmenlik yapmam gerekiyor” dedim.
Öğrencilerim, Çiğdem`e ve bana bakarken, Çiğdem öne eğdi başını ve konuşmasını bitirene kadar kaldırmadı. Sesi ıslandı konuşurken; kelimeleri, cümleleri, içtenliği… “Şimdi siz gideceksiniz ve biz kalacağız burada. Dağlar da burada kalacak. Babam dağlara gitti. Dağları görüyorum ama babamı göremiyorum… Babam gelir mi bilmiyorum. Ama umutluyum gelir diye… Siz giderseniz gelir misiniz? Biliyorum ki gelmezsiniz ama evimizin kapısı açık olacak size… Bizim kapımız zaten açık herkese… Siz bizi sevdiniz öğretmenim… Size anlattığım babamı sevdiniz onu görmeden… Kötülemediniz hiç. Annemi, kardeşlerimi, akrabalarımızı da sevdiniz siz… Bu resim sizin olsun öğretmenim… Ben büyüdüğümde de diyeceğim, “öğretmenim nerde şimdi bilmiyorum ama onda benim yaptığım resim var diyeceğim”…
Sesindeki ıslaklık konuşmasını örtüverdi Çiğdem`in; sarıldım can kızıma… Bütün öğrencilerim yanımıza geldi ve hepimiz sarıldık birbirimize öyle sımsıkı, öyle can halinde…
On yıl doğuda öğretmenlik yapmış bir Türk`üm ben. Sağlığımdan çok şey yitirdim bu on yıl içinde; görme ve işitme oranım çok azaldı, yürüme güçlüğü çekiyorum ve bir parça üzülsem ya da yorulsam kekeliyorum. Ankara`da çok yalnız hissediyorum kendimi ve en iyi becerdiğim şeyi yapıyorum; susuyorum bir sürü, dopdolu, rengarenk…
Buradaki okulumda, öğretmen arkadaşlarımın içinde, öğrencilerini seven, olumlayan, onurlandıran öyle az ki. O körpecik güzelliklerin kınanması, yaftalanması, kötülenmesi çok olağan bir durum; ayrı, sızılı, solgun bir coğrafyada, Mardin ve Tunceli`deki öğrencilerimi okutsalar, -hele bunu benim gibi bedeller ödeyerek yapsalar-,kim bilir neler düşünür, neler söylerlerdi çocuklarım hakkında, anneleri, babaları ve oralardaki güpgüzel canlar hakkında…
Sağlığımı yitirdim ama bütün halkları, bütün çocukları, bütün öğrencilerimi çok sevdim, içime bastırdım ve can kıymetini her şeyin üzerinde belledim. Bayrağım, vatanım, ırkım ve dinim; ülkemdeki ve dünya üzerindeki bütün halklar, bütün çocuklar, bütün ötekileştirilen canlar ve doğadır. Sevme ve empati kurma yetimi engelleyemez hiçbir kutsanmışlık, hiçbir devlet, hiçbir siyasetçi, medya, eğitim sistemi, silah, baskı ve işkence…
Ne diyordum sahi; Tunceli`de öğretmendim ve dersimiz resimdi…
Ergür Altan
Dünyalılar